10 Ekim 2012 Çarşamba
Binbaşı Çerkez Hasan Bey
Çerkez Hasan Bey, Sultan Abdülaziz'in kayınbiraderiydi. Sultan Abdülaziz darbeyle tahttan indirilince ablası Neşerek Kadınefendi de darbecilerin zulmüne uğradı. Topkapı Sarayı'na nakli sırasında çeşitli tacizlere uğrayan Kadınefendi'nin üzerinden değerli eşyalarıyla birlikte şalı da çekilip alındı. Denizden geçişi esnasında şalının da alınmış olmasından dolayı yağmura maruz kaldı. Sultan Abdülaziz'in bileklerinin kesilip şehit edilmesi olayına da haylice üzülen Neşerek Kadınefendi kısa bir süre sonra vefat etti. Yaşanan olayların sorumlularına diş bileyen Hasan Bey intikam almayı aklına koymuştu. Bu zulümlere bir dur diyen olmalıydı. Hasan Bey baştan ayağa silahlandı ve Serasker Hüseyin Avni Paşa'nın konağına gitti. Mithat Paşa'nın konağında olduğunu haber verdiklerinde doğruca Beyazıt'a koştu. Mithat Paşa'nın konağına girmekte sıkıntı yaşamadı zira kendisi de bir askerdi. Konağı basan Hasan Bey, Serasker Hüseyin Avni Paşa'yı ve birkaç kişiyi oracıkta öldürdü. Mithat Paşa ve bazıları kaçmayı başardılar. Olay üzerine odaya giren askerler Hasan Bey'i yakaladılar. Askerlerin başında bulunan kumandan Hasan Bey'e ağır hakaretler savurunca Hasan Bey ayağına saklamış olduğu ufak bir tabancayla onu da vurdu. Sonrasında sorguya çekilen Hasan Bey idama mahkum edildi ve Beyazıt Meydanı'nda asıldı. Ahali, Çerkez Hasan Bey'in ölümüne çok üzülmüş, Hüseyin Avni Paşa gibi bir kötülük abidesinin ölümüne ise sevinmiştir.
30 Eylül 2012 Pazar
Eylül
Bugün Eylül'ün son günü..
Eylül ayının bende yeri başkadır. Garip duygular yaşatır hep bana. Yılgınlık, bıkkınlık, hüzün; uçuşan yapraklar, püfür püfür esen rüzgâr, şakır şakır yağan yağmur.. Sonbaharın habercisi, sararmış yaprakların efendisi.. Eylül..
Gerçi bu sene Eylül'ün nasıl geçtiğini pek de idrak edemesem de yine de kendisine has duyguları bana sunmaya devam ediyor..
Bir zamanlar yazmış olduğum Eylül şiirini sunuyorum hazan ve hüzün ayına..
Ruhumda derin izler bırakan Eylül
Bakma bana öyle zelil ve melûl
Kaldır başını gözlerime bak
Hiç olmazsa yüzüme bir lahzacık gül!
(Şiir: Hüseyin Polat)
3 Eylül 2012 Pazartesi
Kıskanç
Yüzlerce kez dinledik belki bu şarkıyı.. Gelin görün ki kimin eseri olduğundan birçoğumuz bî-haberizdir.. Evet, "Kıskanç" adlı şiir Faruk Nafiz'in eseri..
Kıskanç
Sakın, bir söz söyleme.. Yüzüme bakma, sakın
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın
Anan bile okşasa benim bağrım kan olur.
*
Dilerim Tanrı'dan ki sana açık kucaklar
Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun
Kan tükürsün adını candan anan dudaklar
Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun!
Ankara, 1927
Faruk Nafiz
(Zeki Müren'den dinlemek isteyenler için)
18 Ağustos 2012 Cumartesi
Bayramınız Kutlu Olsun
Hüseyin
Iyd-i said-i fıtri tebrik ile kesb-i şeref eyler ;)
(Ramazan Bayramınız mübarek olsun efendim)
17 Temmuz 2012 Salı
Enver Paşa'nın Askere Hitabı
Başkumandanlık Vekaletinin Beyannamesi Suretidir
Arkadaşlar!
Sevgili Başkumandanımız, Halife-i Zişan Efendimiz Hazretleri’nin
irade-i seniyyelerini tebliğ ediyorum. Allah’ın inayeti, Peygamberimiz’in
imdad-ı ruhaniyesi ve mübarek padişahımızın hayır duasıyla ordumuz
düşmanlarımızı kahredecektir. Bugüne kadar karada ve denizde zâbit ve asker
kardeşlerimin gösterdikleri kahramanlıklar düşmanlarımızın perişan olacaklarına
en büyük delildir.
Ancak her zâbit, her asker unutmamalıdır ki harp meydanı
fedakârlık meydanıdır. Orada hangi asker daha ileri atılır, hangi asker
düşmanın şarapnel ve kurşunlarından yılmayarak ayak direr, sonuna kadar sebat
ederse o asker mutlaka kazanır. Tarih şahittir ki Osmanlı askerinden sebatlı, Osmanlı
askerinden fedakâr hiçbir asker yoktur. Şanlı babalarımız başımızın ucunda
bizim ne yapacağımıza bakıyor. Eğer onların hakiki evladı olduğumuzu göstermek,
bizden sonra geleceklerin lanetlerinden kurtulmak istiyorsak çalışalım.
Zincirler altında inleyen üç yüz milyon İslâm ve eski
vatandaşlarımız hep bizim muzafferiyetimize dua ediyor. Ölümden kimse
kurtulmayacaktır. Ne mutlu ileri gidenlere, ne mutlu vatan yolunda şehit
olanlara…
İleri! Daima ileri ki zafer, şan, şehadet, cennet hep
ileride; ölüm ve zillet geridedir. Mübarek ve mukaddes şehitlerimizin ruhuna “fatiha”
Padişahım Çok Yaşa!
Başkumandan Vekili
Enver
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
15 Temmuz 2012 Pazar
Mahyalar Nasıl Hazırlanır?
Sultan Ahmed Camii |
Ramazan ayı boyunca İstanbul'un
minarelerini süsleyen mahyalar, Türk'ün iki asır evvel semada yazı yazmak için
bulduğu dahiyâne bir keşiftir. Frenkler şimdi tayyare ile gökte yazı yazmaya
çalışıyorlar. Fakat bu yazı dumanla yazıldığı için mevkut (vakitli, sınırlı bir
zaman) ve zevksiz oluyor. Halbuki mahya saatlerce semada inci gibi, yıldız gibi
parlayan kandillerle yapıldığı için hem güzel, hem de dayanıklı oluyor.
İslâmlar içinde mahya yapmak, semada yazı yazmak şerefi yalnız Türklere aittir.
Şimdiye kadar bunu hiç bir millet yapamamış, hatta Türk'ü taklide muvaffak olan
bile çıkmamıştır.
Mahyayı ilk defa 1123 tarihinde Kefevî
isminde bir Türk hattatı icat etmiştir. Kefevî Efendi üzerinde yazı olan bir
çevreyi kandille iki minare arasında örmeyi düşünmüş, aylarca uğraştıktan
sonra, evvela herkese garip görünen bu fikrini uygulamaya koyabileceğine kanaat
getirmiştir. O vakit projesini bir yolla zamanın padişahına bildirmiş ve iki
minare arasında kandille bu tecrübeyi yapmak için müsaade istemiştir. Sultan bu
fikri çok beğenmiş , çıkan irade üzerine Kefevî Efendi elindeki çevreyi Fatih
Camii'nde yapmıştır. Kefevî Efendi'nin bu başarısı o vakit İstanbul'da büyük
bir alaka uyandırmış. Herkes bir gece karanlıklar içinde semadan birer birer
inen kandillerin bir araya gelerek ortası yazılı, süslü bir çevre vücuda getirdiğini
görünce hayret etmiş. Bu başarısından sonra Kefevî Efendi Fatih'te minareden
minareye gerdiği ipler üzerinde Ramazan gecelerinde muhtelif yazılar yazmıştır.
İki asırlık bir maziye mâlik olan bu
icat Kefevî Efendi'den sonra adet olmuş, Kefevî Efendi birkaç mahyacı
yetiştirmiş, bu suretle bu sanat da nesilden nesile intikal ederek bu güne
kadar yaşamıştır.
Zamanımızın en kuvvetli mahyacısı
Sultan Ahmed'de Ali Efendi'dir. Ali Efendi henüz 21 yaşında, orta boylu,
tıknaz, pehlivan yapılı bir gençtir. Yaşının küçüklüğüne rağmen mahyacılıkta
birçok yenilikler vücuda getirmiş, şimdiye kadar yazılan mahyalarda 200 kandili
geçirmedikleri halde Ali Efendi ilk defa bu sene 400 kandillik yazılar yazmaya
ve iki satır üzerinden mahya tertip etmeye muvaffak olmuştur.
Bu İstanbul çocuğu daha 8 yaşında iken
minarelerde heyecan ile seyrettiği mahyaları evinin küçük bahçesinde tatbike
teşebbüs etmiştir. O, iki ağaç arasında iki ip geriyor, bir kağıt üzerine
elinin döndüğü kadar bir yazı yazıyor, sonra ipler üzerine at kestanesi veya
mısır tanesi bağlayarak yazmayı kopya ediyordu. Mahyalarda kullanılan
halkaların yerine de boncuk kullanıyordu. Onun en zevkli oyunu, en tatlı
meşgalesi bahçede mahya kurmaktı.
Bu heves onu 12 yaşında mahyacı
yapmıştır. Küçük Ali bir gün Fatih Camii mahyacısı Şerif Efendi'ye çırak
oluyor. Bunu para karşılığında değil, sırf kendi merakını tatmin için yapıyor.
Birkaç gün çıraklık ettikten sonra Ali, mahyacılığı öğreniyor. Daha sonra
Sultan Ahmed mahyacılığı için imtihan veren Ali Efendi muvaffak oluyor ve 14
yaşında Sultan Ahmed'in mahyacısı oluyor. Ali Efendi mahyanın yazılarını yazmak
için hüsn-i hat öğrenmek üzere bir müddet de medrese't-ül-hattatinde
okumuştur.
Mahya kurmak zannedildiği kadar basit
ve sade bir iş değildir. Kendine göre incelikleri vardır. Bir Ramazan içinde
yazılan mahyalar için bir senelik hazırlık lazımdır. Bir aylık mahya için
400-500 kandile ihtiyaç vardır. Bu kandillerin hazırlanması, yağlanması,
fitillerin yapılması aylarca iş ister. Sonra ipleri hazırlamak, kandillerin kutularını
tamir ettirmek ayrı bir iştir. Ayrıca rüzgâr karşısında minarenin üçüncü
şerefesinde saatlerce kandil sarkıtarak yazı yazmak her adamın yapabileceği bir
iş değildir. Bütün bu zorluklara ve yorgunluklara rağmen mahyacılara verilen
aylık nedir, bilir misiniz? Ayda 40 kuruş. Bu gülünç maaşın sebebi vaktiyle
mahyacı maaşlarının altın hesabıyla 40 akçe üzerinden verilmesidir. Ekmeğin 5
para olduğu zamanlarda verilen bu 40 kuruş hâlâ aynen muhafaza edilmektedir.
Mahyanın
asıl meraklı kısmına şimdi geliyoruz. Bu işin sırrını bize bu günün yegâne
mahya ustası Ali Efendi anlattı:
Minareden
minareye kalın bir halat gereriz. Bu halatın üzerine şemşirden halkalar
geçiririz. Vaktiyle bu halkalar demirden yapılırdı. Fakat demir halka ağır çektiği
için halat üzerine ağır basar, çok kandil konmasına mani olurdu. Şemşir
halkalar son senelerde başlamıştır. Bu halkalar sayesinde biz şimdi istediğimiz
kadar kandil asabiliriz. Bu halatın altında ucu birbirine bağlanmış ve karşı
minarede demirden bir halkaya geçirilmiş iki halat daha vardır. Biz buna yedek
ip deriz. Bu iki ip yekpare bir iptir. İki ucunun bağlandığı yere bir kanca
bağlanmıştır. Bu kanca halkaların en önündeki halkaya rapt olunur. Bu sayede
yedek ipi çektikçe, halkalara bağlı olan uç ileri gider ve halkaları ileri
götürür. Kandilleri evvelden hazırlar, minarenin içinde hususi tellere asarız.
Mahya kandili camilerde gördüğünüz kandillerden farklıdır. Bu kandiller
yuvarlak, büyükçe bir kutunun içine oturtulur. Kutunun kapağı kapanır. Bu
sayede hem kandillerin kırılmasına hem de sönmesine mani olunur.
Bu
iptidaî fakat esaslı levazım ikmal edildikten sonra yazıyı şu suretle yazarız:
Evvela satır incili bir kağıt üzerine yazıyı yazar, yazının üzerinde
kandillerin yerlerini tayin ederiz. Sonra yukarıdan aşağı bir istikamete düşen
kandilleri koyacağımız ipleri kandillere göre ayarlarız. Bir yazının yazılması
kandilin miktarına göre yarım saatten iki saate kadar sürebilir. Her akşam
Sultan Ahmed’de gördüğünüz yazıyı ben hazırladım. Minarede iki kişi kandil
taşır, bir kişi kapakları kapar, bir kişi asar, bir kişi de yedek ipi çeker.
Bütün bu adamların maaşını ben aldığım 40 kuruştan veririm. Aldığımızı yine bu
iş uğrunda sarf ederiz, hayatımızı dışarıda kazanmaya mecbur oluruz.
Elektrikle
mahya yapmayı yine Ali Efendi tecrübe etmiştir. Ali Efendi Beyazıt Camii’nde
bir gece elektrikle (Bismillah) yazmış fakat evvela çok pahalıya mal olduğu,
bununla beraber rüzgârda elektrik lambaları birbirine çarparak kırıldığı için
bu tecrübesine devam etmeyi faydalı bulmamıştı. Mamafih Ali Efendi elektrik
mahya yapılabileceğini kabul etmekte ve er geç bütün mahyaların elektrikle
yapılacağını tahmin etmektedir.
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
2 Temmuz 2012 Pazartesi
Zaro'nun Mezarı Başında
Blogumda daha evvel birkaç defa bahsini ettiğim 160 yıl ömür süren Zaro Ağa bu sefer Eyüp Mezarlığında karşıma çıktı. Pierre Loti'ye çıkarken Necip Fazıl ve Mareşal Fevzi Çakmak'ın mezarlarını ziyaret ederim her defasında.. Yine öyle yapmıştım ki bir mezar takıldı gözüme.. Yaklaşınca baktım ki bu bizim Zaro Ağa'nın mezarı.. Hayatını ve maceralarını okumuş olduğum bu ihtiyarın mezarı başında bir fatiha okuyup yoluma devam ettim..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)