Meczup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Meczup etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Ağustos 2016 Salı

Pazarola Hasan Bey'in Ölümü


Pazarola Hasan Bey'i kim tanımaz.. Hangi esnaf onun ismini işitmemiş, hangi dükkâncı onun hayır duasını almamıştır. Hangi mu'tekid tâcir "uğurdur!" diye onun resmini dükkânına asmamıştır?..

Hasan Bey, İstanbul'umuzun bu pek maruf şahsiyeti dün sabah gözlerini ilelebet kapamıştır. Bundan sonra artık hiçbir kimse onun sokaklardan geçtiğini görmeyecek, hiçbir esnaf artık ondan (Pazarola Esnafbaşı!) diye dua alamayacaktır. Çünkü bir zamanlar kocaman başında iki parmak abani sarıklı fesiyle, arkasında abası, elinde tespihiyle dolaşan Hasan Bey son nefesini çoktan vermiştir.

Dün bu haberi aldığımız zaman bir muharririmizi Hasan Bey'in taht-ı tedavide bulunduğu Gülhane Hastanesi'ne gönderdik. Arkadaşımızı büyük bir nezaketle karşılayan Doktor İhsan Rıfat Bey, Hasan Bey hakkında şu malumatı vermiştir:

Hasan Bey 45 yaşında idi. Babası elyevm 85 yaşında olan Abdullah Efendi'dir. Validesi, pederiyle 40 sene yaşadıktan sonra ölmüştür. Abdullah Efendi bilahare diğer bir hanımla evlendiği için bugün Hasan Bey'in - baba bir - üç erkek kardeşi vardır. Bunların biri eczacı binbaşısı, diğeri memur, üçüncüsü de yüzbaşıdır.

Hasan Bey doğduğu zaman normal bir çocuk imiş. Fakat iki buçuk aylık olunca hastalanmış ve başı tedricen büyümeye başlayarak (hidrosefalik) bir çocuk olmuştur.

Hasan Bey'in ölümünü intac eden hastalık iki sene evvel başlamıştır. Bir gün bir araba çarparak kendisini yere düşürmüş ve Hasan Bey bu yüzden hastalanarak Cerrahpaşa Hastanesi'nde tedavi edilmiştir. Fakat Hasan Bey'in artık eski neşesi ve keyfi kalmamıştır. Nitekim iki ay evvel bu hastalık nüksetmiş ve Hasan Bey göğsünden ızdırap çekmeye, günden güne kendisini kaybetmeye başlamıştır.

24 Mayıs'ta Gülhane'ye geldiği zaman Hasan Bey ifadeye gayr-ı muktedir bir halde bulunuyor ve yürüyemiyordu. Çünkü her iki ayağında da felç vardı. Hasan Bey yatırıldı ve son derece ehemmiyetle tedavi olundu. Hastalığı esnasında çorba, kahve ve sigarayı pek fazla içiyor ve bu üç şey verildikçe keyfi yerine geliyordu. Hatta son iki üç gün zarfında sıhhati çok iyi idi. Bunun için hemen  hemen her gelen ziyaretçi ile temas ettiriliyor, Hasan Bey de onlara: " Sen çok yaşa! İyi olunca seni tekkeye götüreceğim, sana dua edeceğim!" diye teşekkürler ediyordu. Fakat son gece birdenbire fenalaştı ve bu (dün) sabah on buçukta "tüberküloz kaşeksi"den öldü.

Hasan Bey'in cenazesinin ne zaman kaldırılacağı malum değildir. Eğer ailesi müsade ederse otopsi yapılacak ve dimağı açılacaktır. Mamafih bu dimağın 1750 gram kadar suyu ihtiva ettiği tahmin edilmektedir.

Hasan Bey'e rahmet dilerken, ailesiyle onun gaybubetinden müteessir olanlara beyan-ı taziyet eyleriz.


(1926) 

28 Ocak 2013 Pazartesi

Eyüplü Deli Hidayet

Eyüp Sultan'ın sayılı ve namlı abdallarından bir Deli Hidayet vardır ki bir dakika çenesinin sustuğu görülmez. Mütemadiyen zır zır söyler. Gündüz, gece her sokağı dolaşır, her çeşme başında başını, kollarını, göğsünü yıkar. Yaz, kış incecik keten bir ceket arkasında.. Göğüs bağır al açık.. Ayaklarında  yırtık pırtık bir ayakkabı.. Püskülsüz, ağarmış yağlı fesi koltuğunun altına sıkıştırmış, ellerinde yemiş ve yiyecek çıkınları.. Bir kâse, bir kaşık.. Her arzu ettiği yerde bir mola verir, her çaldığı kapı teyzesinin evidir. "Teyze bu akşam bana ne vereceksin? Hani fotinler? Sen de yalan söylüyorsun, yarın akşam hazırla e mi? Unutma." Böyle ekseri evleri dolaşarak akşamı eder ve gece yarılarına kadar sokak sokak dolaşmaktan bıkmaz usanmaz.

Sonra Eyüp'te ne kadar tekke var hepsine müdavimdir ve tekkeden çıkınca göz aşinalarından birine rast geldi mi ilk işi: "Neden balçığa gelmedin ne güzel oldu. Hoş ben de olmayaydım falso edeceklerdi ya. Yarın akşam Selami'ye gel, olmaz mı?" der ve yerlere bakına bakına omuzlarını aşağı yukarı indire kaldıra bir sarhoş gibi iki tarafa yalpa vura vura yürür.

Her semtin her devirde yetiştirdiği söz dinlemez haşarı sokak döküntüleri vardır. Bizim semtin bu nev'i yumurcakları da harpten evvel Hidayet'le "Deli Hidayet" diye eğlenirler, Ramazan'da ise "Hidayet oruç yiyiyor" diye arkasından bağırırlardı. Zavallı Hidayet oruçlu olduğunu anlatmak için her gece: "Efendi amca Hidayet oruç yiyor diyorlar. Bak dilime, oruçsuz muyum?" diye musallat olur ve ağız dolusu küfürlerle onlara mukabelede bulunurdu.

Harp içinde Hidayet'i kızdıracak yeni bir eğlence daha ihdas ettiler: "Hidayet ekmek satıyor." Bunu işitti mi bütün gılzetiyle taşar, ağza alınmayacak küfürler savururdu. Mütareke oldu ekmek bulundu, bütün o satış dalavereleri ortadan kalktı. "Hidayet ekmek satıyor" sözü bitmedi.

Geçen gün kahvede oturuyordum. Hidayet uzaktan sökün etti. Peşinde sürü ile haşerat. Aynı nakaratı tekrarlıyorlardı. Yumruğunu sallaya sallaya hızlı hızlı halka hitaben: " Herkes meyhaneye gider kimse eğlenmez. Sabırsızlık eder iki gün sonra salıverilir. Sabahtan akşama kadar kahvede kumar oynar. Biri çıkıp da: "Ayol nedir senin yaptığın bu kepazelik" demeye dili varmaz, ağzını açan bile olmaz. Sonra sen tekkeye gidersin abdal derler. Doğruyu söylersin deli derler. Bilmem ki ben de şaşırdım, ne yapacağım? Allah aşkına bu yumurcaklara söyleyin peşimi bıraksınlar. Ben deliyim de bunlar akıllı mı? Bunlara anaları evde terbiye vermezler mi? Sokaklardan köpekleri toplayacaklarına bunları toplasalar ya? Bunlardan ne hayr umulur?" Ben daha fazla dayanamadım, deli deli diye eğlendikleri bu adamın ağzından çıkan bu doğru ve haklı sözler karşısında başımı önüme eğdim ve uzaklaştım. O, coşmuş ve köpürmüş tavrıyla hâlâ anlatıyordu.

(11 Ağustos 1337)

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]