Osmanlıca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlıca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Temmuz 2016 Cuma

O Eski Hücreye Benzer Ki yahut Aşk* - Ahmet Haşim


Ziyâ-yı şemse kapanmış bütün deriçeleri
Bir öyle hücreye benzer ki ömrümün kederi

Gubâr-ı ye's ü fenâ sinmiş orda elvâna
Emel, heves bırakılmış sükût u nisyâna

Bütün hadâik-i histen o toplanan ezhâr
Uyur mekâbir-i minâda bî-ümid-i bahâr

Bu pembe gül, bu karanfil ağır ağır solmuş
Üzerlerinde değiştikçe her mükedder kış

Ocak harâb u tehi.. Lamba? Kimsesiz, a'ma
Bu semt-i hasta eder hüzn ü uzleti imâ

Soluk cidâra asılmış durur garik-i melâl
O çehreler ki uyur gözlerinde eski hayâl

O eski hücreye benzer ki ömrümün kederi
Çekilmiş ufk-ı teselliye karşı perdeleri

Evet bu hücreye benzer şebâb-ı muhtazırım
Düzeltecek ele hicrân içinde muntazırım

Ahmet Haşim

Yıllar önce Osmanlı Türkçesi ile yayınlanmış bu şiirin adı "Aşk" olarak geçiyor. Yine bir başka husus da bu şiirin en son beyiti.. Şerif Hulusi'nin Mayıs 1967 baskılı "Ahmet Haşim, Hayatı, Sanatı ve Seçilmiş Şiirleri" kitabında dahi bu son beyit yer almamaktadır. Belki de ilk defa bu şiirin bu beyitini biz ortaya çıkarmış bulunuyoruz.

19 Mayıs 2013 Pazar

Münâcât / Şinasi

Hak-teala azamet aleminin padişehi
La-mekandır olamaz devletinin taht-gehi

Hasdır zat-ı ilahisine mülk-i ezeli
Bi-hudud anda olan kevkebe-i lemyezeli

Eser-i hikmetidir yerle göğün bünyadı
Dolu boş cümle yed-i kudretinin icadı

İzzet ü şanını takdis kılar cümle melek
Eğilir secde eder piş-i celalinde felek

Emri vech üzre yer eyler gece gündüz hareket
Değişir tazelenir mevsim-i feyz ü bereket

Pertev-i rahmetinin lemasıdır ayla güneş
Tab-ı hışmından alır alsa cehennem ateş

Şerer-i heybet-i ulviyyesidir yıldızlar
Anların şulesi gök kubbesini yaldızlar

Kimi sabit kimi seyyar be-takdir-i Kadir
Tanrı'nın varlığına her biri bürhan-ı münir

Varlığın bilme ne hacet küre-i alem ile
Yeter isbatına halk ettiği bir zerre bile

Göremez zatını mahlukunun adi nazarı
Hisseder nurunu amma ki basiret basarı

Vahdet-i zatına aklımca şehadet lazım
Can ü gönlümle münacat ü ibadet lazım

Neşe-i şevk ile âyâtına tapmak dilerim
Anla var Hâlik'ıma gayrı ne yapmak dilerim

Ey Şinasi içimi havf-ı ilahi dağlar
Suretim gerçi güler kalb gözüm kan ağlar

Eder isyanıma gönlümde nedamet galebe
Neyleyim yüz bulamam ye's ile afvım talebe

Ne dedim! Tövbeler olsun bu da fi'l-i şerdir
Benim özrüm günahımdan iki kat bed-terdir

Nur-ı rahmet niye güldürmeye ruy-ı siyahım
Tanrı'nın mağfiretinden de büyük mü günahım

Bi-nihaye keremi aleme şamil mi değil
Yoksa alemde kulu aleme dahil mi değil

Kulunun za'fına nisbet çoğ ise noksanı
Ya anın kahrına galib mi değil ihsanı

Sehvine oldu sebeb acz-i tabii kulunun
Hem odur alem-i manide şefi'i kulunun

Beni afv eylemeğe fazl-ı ilahisi yeter
Sanma hâşâ kerem-i na-mütenahisi biter!



18 Ocak 2013 Cuma

Devletimizin Neden Bir Arması Yok?

Armalar bir anlamda bir ülkenin prestiji olarak düşünülebilir. Bir çok ülkenin bayrağının yanı sıra arması da mevcuttur. Fakat bizim bir armamız her nedense yok! Osmanlı Devleti'nin de bir arması vardı, malumunuzdur, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir arması hâlen daha yok.. 
Bundan 86 sene önce yani 1927'de gazetelerde en seçkin bir "devlet arması" oluşturulması için Maarif Vekâleti tarafından yarışma düzenlendiği ve içlerinden birisinin (Namık İsmail Bey'in yaptığı armanın) benimsendiği yer alır. Bu arma ortada Türk bayrağı, bayrağın hemen üstünde bir meş'ale, bayrağın altında bir bozkurt, en altta Osmanlıca harflerle "T.C." ve yanlarında buğday ve yapraklar olmak üzere tasarlanmıştır. Bu arma birinci seçilmiştir ama hiç kullanılmamıştır.
6 Kanun-i Sani 1927 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu haber yer alır:
"Armamızın Kabul Edilen Şekli
Yeni armanın Türkiye Cumhuriyeti'ni, bütün güzelliğiyle temsil edebilmesi için daha canlı ve daha san'atkârane bir tarzda teressümü lazımdır."

10 Nisan 2012 Salı

Ferda

- Bugünün gençlerine -

Ferda senin, senin bu teceddüd, bu inkılâb...

Her şey senin değil mi ki zaten? Sen, ey şebâb,

Ey çehre-i behîc-i ümîd, işte ma'kesin
Karşında: Bir semâ-yı seher, sâf ü bî-sehâb,

Âğuş-i lerzedârı açık, bekleyen.. şitâb!
Ey fecr-i handezâd-ı hayât, işte herkesin
Enzârı sende, sen ki hayâtın ümidisin,
Alnında bir sitâre-i nev, yok, bir âf(i)tâb,
Âfâka doğ, önünde şu mazi-i pürmihen
Sönsün müebbeden.
Sönsün müebbeden o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel vatanın var, 
Şu gördüğün zümrüt bakışlı, inci şetaretli kızcağız
Kimdir bilir misin? Vatanın... Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı çehreye - Allah esirgesin –
Kem bir nazarla baksa tahammül eder misin?
İster misin, şu ak sakalın pâk ü muhteşem
Pîşâni-i vekârına, bir kirli el demem,
Hattâ yabancı bir el uzansın? Şu makberi,
Razı olur musun, taşa tutsun şu serseri?
Elbet hayır; o makber, o pîşâni-i vakur
Kudsî birer misâl-i vatandır... Vatan gayur
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, bütün ümid-i vatan şimdi sizdedir:
Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin
Lâkin unutmayın ki zaman tünd ü mutmain

Bir hatve-i samût ile ta'kîb eder bizi.
Önden koşan, fakat yine dikkatle her izi
Ta'mika yol bulan bu yanılmaz muâkıbin
Şermende-i itabı kalırsak, yazık!.. Demin
"Ferda senin!" dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana ferda vediadır;
Her şey vediadır sana, ey genç, unutma ki
Senden de bir hesâb arar âtî-i müştekî.
Mâzîye şimdi sen bakıyorsun pür-intibah,
Âtî de senden eyleyecek böyle iştibâh.
Her uzvu gird-bâd-ı havâyicle sarsılan
Bir neslin oğlusun; bunu yâd et zaman zaman.
Asrın, unutma, bârikalar asr-ı feyzidir
Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir,
Bir ufk-ı i'tilâ açılır, yükselir hayât;
Yükselmeyen düşer: ya terakkî, ya inhitat!
Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara;
Doymaz beşer dedikleri kuş i'tilâlara...
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!

Tevfik Fikret




10 Şubat 2012 Cuma

Kuyruklu Yıldız Altında Bir Izdivac


Romanın başlangıcından bir kısım:

Bedriye Hanım bahçe üzerindeki küçük odanın penceresinden bitişik komşusunun tahta kaplamasına yumruğuyla halecanlı halecanlı vurarak haykırıyordu:
- Kardeşim Emine neredesin?!.. Pencereye gel bak sana ne söyleyeceğim!..
Bir cevap alamayınca kendi kendine:
- Aman bu karı da ne miskindir. Kıyametler kopsa o kuytu odadan dışarı çıkmaz.. İçeride haşr olur kalır..
 Yumruklarının şiddetini ziyadeleştirerek:
- Emine Hanım azıcık pencereye gel.. Bak neler olacakmış neler?.. Dünyaya yıldız çarpacakmış.. Merakımdan bir yerde duramıyorum.. A, bak karı ses bile vermiyor (yumruğuyla daha şiddetle indirerek) ölü müsün ayol?.. Azıcık kıpırda..
Emine Hanım yavaşça penceresini açıp başını dışarı çıkararak:
- Oğlanı yeni uyuttum. Vurma öyle hızlı hızlı.. Ev temelinden sallanıyor..
- A daha neler? Benim yumruğumdan ev sallanır mı hiç?
- A nasıl sallanmaz? Tavanın aralıklarından pıtır pıtır tozlar dökülüyor.. Bir iki gündür çocuk rahatsız. Ziyade huysuzlanıyor. Uyutuncaya kadar akla karayı seçtim.
- Haberin yok mu?
- Ne var? Yine Sıtkı karısını mı boşadı?
- Ay yere batsın Sıtkı da karısı da.. Bu öyle karı boşama falan keyfiyeti değil.. İş fena..
- Ne olmuş canım?
- Ortalık çalkalanıyor.. Bursa’da Sağır Sultan duydu. Senin hâlâ bir şeyden haberin yok.. Ah ne felaket..
- Ay yüreğimi oynatma öyle.. Meraklanınca boğazıma bir şey tıkanıyor. Fena oluyorum. Evvelki kadar keder götüremiyorum.. Pek acıklı bir şey ise söyleme rica ederim..
- Acıklının acıklısı.. Evlere, barklara şenlik.. Dostlar başından ırak.
- Etme, Bedriye etme.. İşte yüreğim gümbürdemeğe başladı.. Acaba Hacı Babama (Selamün kavlen) mi geldi? Söyle bayılacağım..
- Dünyaya kuyruklu yıldız çarpacakmış.. Emine Hanım “tü tü” diye birkaç defa yakasına tükürerek def-i halecana uğraştıktan sonra:
- Aman ben de korkacak bir şey zannettim. Ne kadar telaşcısın kardeş.. Çarpacaksa çarpsın.. Ne var? Kapımı kapar evceğizimde otururum. Bir yere çıkmam. Şimdi karılar “nasıl çarpacakmış, bakalım?” diye sürü sürü seyre giderler.. A gitmem, gitmem. İt köpek arasında çiğnenmeğe vaktim yok..
- Emine kardeş sen ne kadar aptallaşmışsın? Hiç o koca şey bu dünyaya çarpar da senin evin kalır mı ki kapıyı kapatıp da içinde oturacaksın?..
- Hanım, benim evime bir şeycik olmaz. O helal para ile yapıldı. Kazasker Efendi’nin Çarşamba’daki konağı yıkıldığı vakit onun kerestesiyle bina edildi. İçine kullandıkları yağhane direklerini sen görseydin şaşardın.. Bu dünya yıkılır da yine bizim evimiz yerinde durur. Sen merak etme..

(Hüseyin Rahmi Gürpınar)


7 Şubat 2012 Salı

Izmir Suikasti Davası ve Kurt Kanunu


Haftalık Yeni Gazete'nin Manşeti
" Câniyâne teşebbüsün tarihî muhakemesi : Şimdi sıra sıra maznunlar, yalnız mahkemenin huzurunda değil, bütün bir millet kitlesinin vicdanları önünde cinâyetlerinin hesabını veriyorlar. İbret alınacak bir âkıbet."


Alttaki başlıkta ise zanlılardan bazıları fotoğraflarıyla sıralanıyor:
" Mahkeme huzurunda: Yalnız Reis-i Cumhur'a değil, Türk'ün ta kendisine suikastte bulunmakla maznun olanlardan birkaçı :
Ali Fuad Paşa
Sabit Bey 
Sarı Efe Edip
Arif Bey 
Bekir Sami Bey
Rüştü Paşa
Selahaddin Bey
Feridun Fikri Bey
Refet Paşa
Kâzım Karabekir Paşa
İsmail Canbulat Bey
Hüseyin Avni Bey "

1926 yılında gerçekleşen bu olay ve sonrasında kurulan mahkemede önemli isimler yargılandı. Kimileri idam edildi, kimileri de beraat etti. Bu olay ve dava hakkında birçok iddia ortaya atıldı ama gerçeklerin tarihle birlikte bir gün mutlaka gün yüzüne çıkacağından şüphemiz de yok.

Bu akşam Trt 1 de "Kurt Kanunu" adlı yeni bir dizi başlıyor. Kemal Tahir'in romanından yola çıkılarak oluşturulan bu dizi yakın tarihe de ışık tutacak gibi görünüyor, İzmir Suikasti ve mahkemesini de işliyor. Bakalım tarihi anlatan bu dizide asıl verilmek istenen ana unsurlar; aşk, ihtiras vs. gibi ara unsurların gerisinde mi kalacak?

İzleyip görelim derim...