Ömer Seyfettin küçüklüğünde
haşarı bir çocuk değil, aksine büyüklüğünde olduğu gibi eksantrik ve tuhaf
birisiydi. İşte yaramazlıklarından bir tanesi:
Ömer Seyfettin’in bir horozla
bir tavuğu varmış. “Gırrak” ile “Currak”! İkisini pek severmiş. Bir gün her
nasılsa Gırrak Currak’ı dövmüş. Ee doğal olarak suçlunun cezalandırılması
gerekmiş. Ömer Seyfettin de Gırrak’ı tutmuş, dar bir sepetin altına hapsetmiş.
Etmiş ama orada unutmuş. Bir akşamüzeri yemek yerken aklına gelmiş. Bir
feryattır koparmış. Sofradakiler şaşırmış: “ Ne oluyorsun? “ demişler. O
durmadan tepiniyor: “ Gırrakçığım gitti!..” diye ağlıyormuş. Sepeti
kaldırmışlar. Bir de bakmışlar ki horoz hakikaten ölmüş. Gırrak’ın felaketine
sebep olan Currak da cezasını hayatıyla ödemiş..
Bir gün de annesiyle
misafirliğe gitmişler. Ev sahibinin çocuğuyla bahçede oynamak isteyen Ömer
Seyfettin’e annesi “ Elbiseni kirletirsin, olmaz! “ diye müsaade etmemiş. Ev
sahibi bir çare bulmuş. “ Bizim çocuğun eski elbisesini giydirelim, bahçeye
onunla çıksın “ demiş. Teklifi uygun bulan annesi yeni elbiselerini çıkarırken
Ömer Seyfettin birdenbire “ Anne, ben seni neye benzetiyorum biliyor musun? “
demiş. Kadıncağız bu tuhaf suale karşı hayretle “ Neye benzetiyorsun oğlum? “
demiş. Ömer Seyfettin hiç çekinmeksizin cevap vermiş: “ Çingeneye!..” Ve ağzına
sert ve haklı bir tokat yemiş..
Gelelim büyüklük zamanına..
Rumeli’de hudut bölüğü
kumandanı iken, dikkat etmiş: Kasabanın bütün horozları kocaman ibikli. Kendi
kendine söylenirken askerlere emretmiş, bütün horozları bir bir tutturmuş, tıraş
olduğu ustura ile ibiklerini küçültmüş, güzelleştirmiş!..
Kalamış’ta yalnız yaşamaya
başladığı bir zaman bir uşak tutmuştu. “ Ömer bu adam ihtiyarca, biraz da alık
görünüyor. Bilmem sana hizmet edebilecek mi? “ diye sordum. “ Ne diyorsun, öyle
becerikli ki denize giriyor, balıkları bacaklarının arasından geçerken
ayaklarını sıkıp yakalayabiliyor “ dedi. Gel zaman git zaman herifi beğenmemeye
başladı. Fakat uşak pek yapışkandı, gitmedi. Herifi kapı dışarı etti, herif
evin yanındaki küçük kulübeye girdi orada yatıp kalktı, tekrar eve alınması
için yalvarmaya başladı. Bazı geceler beraber otururken dışarıdan uşak ağlar
gibi mırıldanıyordu: “ Ben! ”
“ Ömer, serenat başladı ”
derdim. “ Allah belasını versin, Allah belasını versin ” diye kızardı. Nihayet
tahammül edemedi. Evin yanındaki kulübeyi yıktırdı..
İşte nev-i şahsına münhasır
sanatkâr, neşeli Ömer Seyfettin’in hayatından birkaç kesit..
(Ali Canip, Resimli Ay)
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder