31 Ocak 2012 Salı

Muhafız-ı Hürriyet Olan Asker Kardeslerimize (!)


Varaka Sureti
Kanun-i Esasimizi, meşru olan Meşrutiyetimizi muhafaza ve müdafaa uğrunda kanımızı inare (nurlandırma) ve bu yolda feda-yı can etmek hususunda sizinle beraberiz. Bizler gibi masum askerlerin (!) sâfiyetinden bil-istifade din ve şeriat-ı mukaddesimizi kendi efkâr-ı hainânelerine alet eden ve bu yolda da dolab-ı şeytanet ve mel'anet tedvir eden gizli elleri görmek bizim gibi saf kalpli (!) askerlerce mümkün müdür? İstibdadı geri getirmek efkâr-ı hainânesinde olduklarını bilseydik o hainleri parçalayacağımıza Allah şahidimizdir.
Cümlemiz bu vatanın evlâdı, bu millet-i necibe-i osmaniye'nin askeriyiz. Vatanın terakki ve ta'liyesini ve meşrutiyet-i mukaddesimizi arzu etmeyen alçaklar bizim gibi askerler arasında bulunmaz.
Muhafaza-i meşrutiyet için İstanbul civarına gelen bütün asker kardeşlerimizle kalben, fikren müsaviyiz. Kendilerine : " Hoş geldiniz sefa geldiniz" der ve kemal-i samimiyetle kucaklayarak selam eder ve yaşasın itaatli ve şanlı hürriyet ordusu diyerek alkışlarız.
Üçüncü piyade alayının ikinci taburu efrad-ı osmaniyesi namına
Kâzım
(Hilâl Gazetesi, 15 Nisan 1325)

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
(31 Mart Olayı sonrasında yönetimi ele geçiren İttihad ve Terakki Cemiyeti ve onun Hürriyet Ordusu böylece kendi adamlarını alkışlıyor, diğerlerine ise gözdağı veriyordu.) 


Hanım Efendi


Gönül güzellerden sizi beğendi
Naza çekmeyiniz hanım efendi
Tahammülüm bitti, sabrım tükendi
Naza çekmeyiniz hanım efendi!
Konuşurken kuşlar gibi sadanız
Var başka cilveniz, başka edanız
Gönlümü bürüdü, sardı sevdanız
Naza çekmeyiniz hanım efendi!
Böyle gece gündüz yalvarayım mı?
O sarı saçları ben tarayayım mı?
Saçlarınız gibi sararayım mı?
Naza çekmeyiniz hanım efendi!
Endamınız güzel, ince beliniz
Pamuktan yumuşak beyaz eliniz
Ne olur, bir gece bize geliniz
Naza çekmeyiniz hanım efendi!
Gamzeler yaparak yanağınızda
Beni oynattınız parmağınızda
Artık dinleneyim kucağınızda
Naza çekmeyiniz hanım efendi!
(Akbaba Dergisi, 1340)


Bundan Yüz Sene Evvel Istanbul’daki Hayat Ne Derece Ucuzdu?


Zaro Ağa diyor ki :
1240 (miladî 1824) senelerinde günde kazandığım yüz para ile yedi candan ibaret olan ailemi bol bol geçindiriyor, hastalık sağlık parası olarak da ayda on kuruş artırabiliyordum..
Eski zamanlardaki hayat ucuzluğunu hiç düşündünüz mü? Dedelerimizin ayda bir iki yüz kuruşla ne kadar müreffeh bir hayat geçirdiklerini hiç tahayyül ettiniz mi? Bugün bütün dünyadaki hayat pahalılığı karşısında eski zamanların ucuzluğunu göz önüne getirmemek mümkün değildir. Bunun için Zaro Ağa ile oldukça etraflı bir mülakat yaptık. Elde ettiğimiz netice insana hayret verecek kadar gariptir. Kârilerimize verdiğimiz rakamlar sahih ve mübalağasızdır.
Zaro Ağa
Zaro Ağa Ne Diyor?..
Bugün eldeki nüfus kağıdına nazaran 148 yaşında bulunan Zaro Ağa hakikaten bir tarih gibi dolu ve hafızası gayet sağlam, yerinde bir ihtiyardır. Zaro Ağa’nın bu haline bakıp da şaşmamak kabil değil.
Zaro Ağa’ya ilk sualimiz:
- Eskiden daha mı iyi geçinirdin? Mesela yüz sene evvel ayda kaç kuruş kazanırdın ağa, oldu.
- Efendim eski zaman hakikaten ucuzdu. Fakat o zaman da insan para etmiyordu. Bir adamın kıymeti ne idi ki? Saraylı oğlu, padişah torunu, şeyhülislâmzâde filan olmadın mı insanı adamdan saymazlardı. Şimdi Allah’a bin şükür kendimizin ne olduğumuzu tanıdık, bildik. Yoksa ne Tophane’de hamallık edip bir sürü efendinin küfesini doldurmak için hâlâ canım çıkacaktı.
Zaro Ağa bundan sonra mazideki hayat ucuzluğunu izah etmeğe başladı:
- Beğim, ben 1240 (miladî 1824) senelerinde günde yüz para kazanır, hem kendimi geçindirir, hem de evdeki yedi canın boğazını çıkarırdım. Üstelik, hastalık-sağlık parası olsun diye ayda on kuruş da bir kenara atardım.
- Peki, yüz para ile ne alır, nasıl geçinirdin?
- Efendim Salıpazarı'nda otururdum. Bir evin iki odasını ayda yedi buçuk kuruşa kiralamıştım. İçinde kuyusu, tatlı suyu da vardı. Meyveyi, öteyi beriyi de bahçesinden çıkarırdık. Günde on para işte bu evin kirasına gidiyordu. Geriye doksan para kalıyordu. Evin masrafını bazen günden güne bazen de haftadan haftaya alırdım. İstediğim sabah sütçü on paraya bir güğüm süt getirirdi. Sütü kaynatır, çoluk çocuk başına toplanır, birer ikişer kâse içerdik. Sabahleyin saat-i alaturka dokuzda onda sokağa çıkar, kasaptan mesela bir kuruş verir bir okka, elli dirhem et kestirirdim. On para verir akşamdan sabaha kalan ve bayat sayılan(!) üç okka ekmek alırdım. On paraya da ya üç okka patates, yahut iki okka tâze fasulye ile bir demet soğan alır eve götürür bırakırdım. İşte o günün öğle ve akşam yemeği mükemmelen çıkmıştı. Yine cebimde ev kirası, yemek parası, ekmek, kömür, su çıktıktan sonra yüzlükten cebimde de yirmi para kalırdı. Beş parasını da kahvede bir fincan kahveye verir, yine on beş param kalırdı. Bunun ayda sekiz on kuruşunu artırır, üst tarafına da iki üç kuruşluk öte beri alırdım. Halbuki, yemek her vakit bu kadar külfetli ve ağır masraflı olmazdı. O zaman sebze para ile değil gibi bir şeydi. Mesela beş paralık pırasa, üç dört okka tutardı. Beş paraya da zeytinyağı aldın mı? Bir tencere zeytinyağlı pırasa olurdu ve çoluk çocuk başına geçtin mi koca tencereyi bitirirdik. İşte o gün masraf hepsi içinde otuz paraya inerdi. Birkaç günde artan beş on  kuruşla da çoluk çocuğa üst baş alırdım.
(Resimli Hafta, 1925)

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
Not: Türkiye'nin en uzun yaşayan insanı olan Zaro Ağa bir rivayete göre 157 yıl, başka bir rivayete göre de 160 yıl yaşamıştır. 10 Osmanlı padişahı, 1 cumhurbaşkanı, 6 savaş görmüştür. Hamallık yapan Zaro Ağa, Selimiye Kışlası, Ortaköy ve Tophane camiilerinin inşaatında çalışmıştır

Ittihad ve Terakki Cemiyeti’nden Bir Uyarı


Hafiyelere İnsanca Bir İhtar
Hüviyetleri hemen bütün İstanbul halkınca ma’lum olan bazı müfsid casusların hararet ve velvele-i vekayi arasında yılan kafalarını kaldırıp şurada burada süründükleri, sürtündükleri görülüyor. Bu çıyan ve yılan kafaları ezecek kavi, cesur, hamiyetli kullar mevcuttur. Bunlar menfa-yı nisyanlarına çekilip mevcudiyet-i habaiselerini ebediyen gizleseler daha iyi olmaz mı?..

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]


Abdülhamid Han-ı Sâni'nin Irtihâli


Dünkü Cenâze Merasimi
Cenâze sabahleyin ezânî saat dört buçuk raddelerinde Beylerbeyi Sarayı'ndan Bahriye Nezâretinin tahsis ettiği istimbota irkâb olunarak Sarayburnu'na isal ve oradan Topkapı Sarayı Hümayununa nakledilerek techiz ve tekfini bilâhere öğleden sonra Hırka-i Saadet Daire-i Fahiresinde cenâze namazı eda edilmiş ve saat dokuz raddelerinde alayın tertibine başlanmıştır.

Cenazenin önünde süvari polis me'murları, süvari asâkiri, inzibat-ı askeri me'murları, bahriye musıkası, bahriye muhafız taburu, itfaiye alayı bulunuyor ve tüfekli olanlar namlularını baş aşağı tutuyorlardı.(1) Bundan sonra Harbiye Nezâreti musıka takımı, harem-i hümayun ihvanı ve zülüflü teberdaran, Şazelî ve Mevlevî dergâhları meşayih ve dedegânı, önünde dâr-üs saâde ağası, arkada hazine-i hassa-i şahane ve hazine-i hümayun erkânı me'murini, imam-ı evvel, imam-ı sâni-i hazret-i şehr-i yâri efendilerle merhumun bendegânı bulunuyordu. Bundan sonra teşrifat müdürü Memduh Bey Efendi önde olduğu halde elbise-i resmiyelerini labis veliaht-ı saltanat devletlü necabetlü Vahideddin Efendi Hazretleriyle bilumum şehzâdegân, merhum müşarunileyhin mahâdimi, damat paşa ve bey efendiler, ba'de teşrifat müdür muavini Fuad Bey efendi önde bulunduğu halde elbise-i resmiyelerini labis Hidiv-i Mısır Abbas Hilmi Paşa Hazretleriyle Sadrazam Paşa Hazretlerinin vekili ve Harbiye Nâzırı Enver Paşa, Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi, Âyân ve Mebusân Reisleri Bey Efendiler Hazeratıyla sair vükela-yı fehham, süfera-yı ecnebiye, sefaret baş tercümanları, ateşemiliterleri, mabeyn-i hümayun erkân-ı me'murininden bazıları, teşrifat me'muru Talat Bey önde bulunduğu halde ümera-yı askeriye, İttihad ve Terakki Cemiyet-i merkez-i umumi a'zaları, sair cemiyetler ve zevat-ı saire cenâzeyi takip etmekteydi. Güzergâhta binlerce ahali alayı temaşa ediyordu. Cenaze bu suretle Divanyolu tarikiyle Cennetmekân Sultan Mahmud Han Hazretlerinin türbelerine nakl ve türbe derununda tahsis edilen mahalde rahmet-i ilahiyeye tevdi' edilmiş ve hazır bulunanlar merasim-i ta'ziyeti ifa ederek avdet etmiştir.


(Vakit Gazetesi, 12 Şubat 1918)

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
(1) Tüfeğin namlusunun aşağıya dönük şekilde tutulması "yas" tutulduğunu gösterir.


Cinayet-i Feci’ye Dair Ma’lumat

Tanin'in Cuma ve Cumartesi Nüshalarından
Sadâ-yı Millet Gazetesi müdür-i mesul ve sermuharriri Ahmet Samim Bey dün gece saat 2 raddelerinde matbaadan çıkarak Tanin muharrirlerinden Ahmet Fâzıl Bey ile birlikte köprüye doğru gitmekteler iken Bahçekapısında poğaçacı fırınının önünde arkadan pek yakından 3 el silah patlamış ve Ahmet Samim Bey vurularak yere düşmüştür. Muharririmiz can havliyle kendisini bir dükkânın içine atmıştır. Derhal etraftan koşmuşlarsa da kâtilden bir eser görmemişlerdir.
Ahmet Fâzıl Bey câninin kim olduğunu göremediğini, arkalarından bir kimsenin kendilerini takip edip etmediğinin farkında olmadığını söylüyorlar.
Ahmet Samim Bey
Kurşunlardan birisi oradan geçmekte olan Süleymaniye'de düğmeci esnafından sarraf Bedoş'un sağ ayağına isabet ederek cerihadâr eylemiştir. Mecruhun yarası doktor tarafından Bahçekapı karakolunda sarılmıştır. Mecruh dahi ifadesinde câniyi görmediğini söylemektedir.
Etraftan yetişenler Ahmet Samim Bey'in aldığı yaranın tesiriyle vefat ettiğini görmüşlerdir. Zabıtaca derhal tahkikat icrasına başlanılmıştır.
Dün zabıtaca tahkikata devam edilmiştir. Henüz kuvvetli emareye dest-res olunamadığı anlaşılmaktadır. Kâtilin orta boylu, bıyıklı, siyah ceket ve pantolon giymiş tahminen otuz beş yaşlarında biri olduğunu birinci daire-i belediyenin pul memuru Mehmet Efendi görmüştür.
Silah sesi üzerine Bahçekapı jandarma karakolundan çıkarak mahall-i vakaya yetişen İbrahim Onbaşı'ya kâtilin yukarı tarafa kaçtığını söylemiş, İbrahim Onbaşı da o cihete koşmuş ise de kimseyi görememiştir.
Şayan buyurulan müsaade-i seniyye-i Hazret-i Hilafetpenahi üzerine maktul, merhum Sultan Mahmud Türbesi haziresinde vedia-yı rahmet-i gufran kılınmıştır. 
Ahmet Samim Bey'in Mezar Taşı

Hilâl-i Ahdar (Yeşilay) Takvimi


2 Kanun-i Sani : Yılbaşı gecesinde sarhoşluğun verdiği cinnetle beyni dönen bir talebe Kâzım Efendi namında bîçare bir polisimizi öldürmüş ve Muammer Efendi namında diğer bir polisi de yaraladıktan sonra kendisi de atılan kurşunlarla mecruh olmuştur (yaralanmıştır). Bunlar dört arkadaşmış ve ikisi talebe imiş. Eldorado’da zıkkımlanmışlar, Türk Yuvası denilen pastahanede akıllarını kaybetmişler, Bayram Sokağında bu feci cinayeti ika’ eylemişlerdir.
9 Kanun-i Sani : Pangaltı’da Kalfa Mehmet’in kahvesinde işret eden Komisyoncu Naci, mütekaidin-i askeriyeden Ali Efendilerle Mehmet Kalfa arasında tabanca teati edilmiş, Ali Efendi bacağından, Kalfa Mehmet elinden yaralanmıştır.
16 Kanun-i Sani : Haydarpaşa’da sarhoşluk yüzünden Terzi Âkif isminde birisi Baytar Mektebi hademesinden Mustafa’yı kalbi üzerinden tehlikeli surette yaralamıştır. Sebep bir kadın meselesidir.
18 Kanun-i Sani : Unkapanı’nda mukim (ikamet eden) Nadi ve Haydar isminde iki kişi evvelden bir kadın meselesinden dolayı yekdiğeriyle dargınmışlar. Evvelki gece barışmışlar, dostluk şerefine içmeğe karar vermişler. Meyhaneden sonra nedense tenha bir sokağa çekilmiş ve vuruşmağa başlamışlar. Haydar çok kan kaybederek yere yığılmış ve hastanede ölmüş. Nadi’nin de yarası ağırdır, hayatından ümit yoktur.
9 Şubat : Feriköy’de Bakkal Yorgi’nin dükkânından rakı alan Şevket, Yorgi ile aralarında çıkan bir münazaa neticesinde merkumu yaralamış ve derdest olunmuştur.
(Hilâl-i Ahdar Mecmuası, 1341)

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]


Alaca Dana Fıstık!



Eski zamanlarda padişahlar gezmekten avdet ettikleri zaman hademelerinden birisi nöbetle padişahın çizmelerini çeker çıkarırmış. Padişah da onu münasip cümle ile taltif edermiş. İltifat ettiği gün hademe padişahın söylediği cümleyi bir kıymetli yadigâr gibi hafızasına nakş eylermiş.
Padişahlarımızdan birisi yine bir gün gezmekten avdet ettiği vakit Kastamonu köylüsü Ahmed isminde hademeye çizmesini çektirmiş ve iltifat ederek “ En-necâtü fi’s-sıdk “ (Kurtuluş doğruluktadır.) demiş. Dışarıda bekleyen arkadaşları, padişahın ne söylediğini sordukları vakit Ahmed, kemal-i şetaret ile :
- Padişah bana “ Alaca dana fıstık!” buyurdu, cevabını vermiş.
(Adl ü İhsan Gazetesi, 1329)

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]

Her Güzellik Zevale Mahkumdur


Bu resme yakından bakınca ayna karşısında tuvaletiyle meşgul olan güzel bir kadın görünüyor. Fakat resmi biraz uzaklaştıracak olursanız bu güzel kadının bir iskelet kafasından başka bir şey olmadığını göreceksiniz. Hakikaten seneler en güzel yüzü, en güzel gözleri ve en güzel vücudu harap edici tesiri altında bitiriyor. Bu resmi güzelliğine mağrur olan güzel kadınlara ithaf ediyoruz.
(Eski bir mecmuadan)