28 Ocak 2013 Pazartesi

Eyüplü Deli Hidayet

Eyüp Sultan'ın sayılı ve namlı abdallarından bir Deli Hidayet vardır ki bir dakika çenesinin sustuğu görülmez. Mütemadiyen zır zır söyler. Gündüz, gece her sokağı dolaşır, her çeşme başında başını, kollarını, göğsünü yıkar. Yaz, kış incecik keten bir ceket arkasında.. Göğüs bağır al açık.. Ayaklarında  yırtık pırtık bir ayakkabı.. Püskülsüz, ağarmış yağlı fesi koltuğunun altına sıkıştırmış, ellerinde yemiş ve yiyecek çıkınları.. Bir kâse, bir kaşık.. Her arzu ettiği yerde bir mola verir, her çaldığı kapı teyzesinin evidir. "Teyze bu akşam bana ne vereceksin? Hani fotinler? Sen de yalan söylüyorsun, yarın akşam hazırla e mi? Unutma." Böyle ekseri evleri dolaşarak akşamı eder ve gece yarılarına kadar sokak sokak dolaşmaktan bıkmaz usanmaz.

Sonra Eyüp'te ne kadar tekke var hepsine müdavimdir ve tekkeden çıkınca göz aşinalarından birine rast geldi mi ilk işi: "Neden balçığa gelmedin ne güzel oldu. Hoş ben de olmayaydım falso edeceklerdi ya. Yarın akşam Selami'ye gel, olmaz mı?" der ve yerlere bakına bakına omuzlarını aşağı yukarı indire kaldıra bir sarhoş gibi iki tarafa yalpa vura vura yürür.

Her semtin her devirde yetiştirdiği söz dinlemez haşarı sokak döküntüleri vardır. Bizim semtin bu nev'i yumurcakları da harpten evvel Hidayet'le "Deli Hidayet" diye eğlenirler, Ramazan'da ise "Hidayet oruç yiyiyor" diye arkasından bağırırlardı. Zavallı Hidayet oruçlu olduğunu anlatmak için her gece: "Efendi amca Hidayet oruç yiyor diyorlar. Bak dilime, oruçsuz muyum?" diye musallat olur ve ağız dolusu küfürlerle onlara mukabelede bulunurdu.

Harp içinde Hidayet'i kızdıracak yeni bir eğlence daha ihdas ettiler: "Hidayet ekmek satıyor." Bunu işitti mi bütün gılzetiyle taşar, ağza alınmayacak küfürler savururdu. Mütareke oldu ekmek bulundu, bütün o satış dalavereleri ortadan kalktı. "Hidayet ekmek satıyor" sözü bitmedi.

Geçen gün kahvede oturuyordum. Hidayet uzaktan sökün etti. Peşinde sürü ile haşerat. Aynı nakaratı tekrarlıyorlardı. Yumruğunu sallaya sallaya hızlı hızlı halka hitaben: " Herkes meyhaneye gider kimse eğlenmez. Sabırsızlık eder iki gün sonra salıverilir. Sabahtan akşama kadar kahvede kumar oynar. Biri çıkıp da: "Ayol nedir senin yaptığın bu kepazelik" demeye dili varmaz, ağzını açan bile olmaz. Sonra sen tekkeye gidersin abdal derler. Doğruyu söylersin deli derler. Bilmem ki ben de şaşırdım, ne yapacağım? Allah aşkına bu yumurcaklara söyleyin peşimi bıraksınlar. Ben deliyim de bunlar akıllı mı? Bunlara anaları evde terbiye vermezler mi? Sokaklardan köpekleri toplayacaklarına bunları toplasalar ya? Bunlardan ne hayr umulur?" Ben daha fazla dayanamadım, deli deli diye eğlendikleri bu adamın ağzından çıkan bu doğru ve haklı sözler karşısında başımı önüme eğdim ve uzaklaştım. O, coşmuş ve köpürmüş tavrıyla hâlâ anlatıyordu.

(11 Ağustos 1337)

[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]

18 Ocak 2013 Cuma

Devletimizin Neden Bir Arması Yok?

Armalar bir anlamda bir ülkenin prestiji olarak düşünülebilir. Bir çok ülkenin bayrağının yanı sıra arması da mevcuttur. Fakat bizim bir armamız her nedense yok! Osmanlı Devleti'nin de bir arması vardı, malumunuzdur, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir arması hâlen daha yok.. 
Bundan 86 sene önce yani 1927'de gazetelerde en seçkin bir "devlet arması" oluşturulması için Maarif Vekâleti tarafından yarışma düzenlendiği ve içlerinden birisinin (Namık İsmail Bey'in yaptığı armanın) benimsendiği yer alır. Bu arma ortada Türk bayrağı, bayrağın hemen üstünde bir meş'ale, bayrağın altında bir bozkurt, en altta Osmanlıca harflerle "T.C." ve yanlarında buğday ve yapraklar olmak üzere tasarlanmıştır. Bu arma birinci seçilmiştir ama hiç kullanılmamıştır.
6 Kanun-i Sani 1927 tarihli Cumhuriyet gazetesinde şu haber yer alır:
"Armamızın Kabul Edilen Şekli
Yeni armanın Türkiye Cumhuriyeti'ni, bütün güzelliğiyle temsil edebilmesi için daha canlı ve daha san'atkârane bir tarzda teressümü lazımdır."

1 Ocak 2013 Salı