Yatsıdan sonra mahalle kahvesinin ocağa yakın bir
köşesinde imam efendi nargilesini içerken, Kızanlıklı Fevzi Ağa yanına sokuldu,
usulca:
- Hocam, dedi. Sana bir şey danışacağım.
- Nedir?
- Allah hayırlara tebdil etsin, ben dün gece bir rüya
gördüm.
- Hayırdır inşallah, anlat bakalım!
- Yeşil bir bahçelik içinde, bir su başında otururken
yanıma ak sakallı, nurani bir derviş geldi. Eliyle omuzumu tutarak: Ya
Kızanlıklı Fevzi, dedi, kapa gözünü!.. Kapadım, bir saniye geçmeden: Aç!.. dedi, açtım ki Gümüşsuyu mezarlığının
üst başındaki servilik içinde bir mezar taşının yanındayım, işte senin kısmetin
bu taşın dibindedir, dedi, yarın sabahleyin gider, orayı kazar, kısmetini
alırsın!
- O halde bunu kimseye söyleme, yarın sabah erkenden git
oraya bir yokla bakalım!..
Kızanlıklı Fevzi Ağa'nın imam efendiye anlattığı bu
rüyayı, ocak başından aynen duyan çırak Kenesetli Abdi, içinden: Oğlan, dedi,
şu heriften evvel ben gidip orayı bir yoklayayım..
Ertesi sabah Abdi gayet erken oraya gitti, taşın dibini,
etrafı araştırdı, hiç bir şey bulamadı. O zaman kendi kendine:
- Ben de amma enayiyim ha! dedi. Yabanın budalasının
sözüne inanıp da bu soğukta, bu yağmurda buraya geldim.
Tam geriye dönerken aklına müthiş bir şeytanlık geldi.
Elini cebine soktu, ne kadar parası varsa çıkardı, bir mendile sardı, mezar taşının
kovuğuna soktu ve arkasına bile bakmadan oradan savuştu.
O gece kahvede imam merakla Fevzi Ağa'ya sordu:
- Nasıl, gittin mi bu sabah?
- Gittim ama bir şey bulamadım.
- İyice araştırdın mı?
- Çok araştırdım.
- Belki toprağa gömülüdür, sen yarın sabah bir kazma al
da git, oraları kaz! İhmal etme, boş değildir bu rüya!..
- Bakalım kısmet ise çıkar. Yarın da öyle yapayım.
Halbuki Fevzi Ağa imama yalan söylüyordu. Kenesetli Abdi'nin
mendile sarıp bıraktığı yedi yüz elli küsur kuruşu almış, hatta dönüşte bunun
yüz kuruşunu da dilencilere dağıtmış ve bu akşam yatsı namazında dervişin
tekrar görünmesi için dua bile etmişti..
Gündüzleri rençberlikle geçinen Fevzi Ağa o mahallenin
tenha bir sokağında viran bir evin alt katında kimsesiz otururdu. Bir oğlu
vardı, o da askerde idi. Bu gece mutadın hilafına eve erken geldi, erken yattı.
Yatakta bir iki saat kadar kendisini uyku tutmadı, aklı fikri hep dün geceki
dervişte idi. Mütemadiyen okuyor üflüyor, bir an evvel uyuması için zorla
gözlerini kapıyordu. Gece yarısına doğru tam biraz dalmıştı. Kulağına bir ses
gelir gibi oldu:
- Ya Kızanlıklı Fevzi!
Evvela bir mana veremedi, karanlıkta biraz şaşkın şaşkın
bekledi, acaba hayal mi dedi. Sonra ses tekrar etti:
- Ya Kızanlıklı Fevzi!
Korku, tevekkül, ümit karışık bir halde kalktı, pencereye
koştu.
- Ya Kızanlıklı Fevzi!
- Efendim, kimsin sen, ne istiyorsun?
- Beni tanıdın mı?
- Hayır!
- Ne çabuk unuttun, daha dün gece görüşmedik mi,
pencereyi aç da bak, tanırsın!
Pencereyi açtı, başını dışarı uzattı, baktı ki bahçenin
bir kenarında koca kavuklu, saçlı, sakallı bir derviş.
- Aman Dede Sultan, affedersin.. Şey..
- Dediğim yere gidip emanetini aldın mı?
- Aldım Sultanım, aldım.
- Aldın ama yanlış almışsın. Benim sana tarif ettiğim
mezartaşı, daha iki yüz elli adım ileri gidip sağ taraftaki kırk merdiveni
çıktıktan sonra karşına gelecek yeşil parmaklıklı türbenin arkasında idi. Sen
yanlışlıkla bir dul kadınla iki yetimin nafakalarını almışsın. Korkarım ki onların
bedduası seni perişan eder. Onun için o aldığın paranın daha beş mislini üstüne
zammeyle, götür, şimdi oraya bırak ve yarın, akşam ezanı okunurken tarif
ettiğim yere git, kendi kısmetin olan elli adet Mahmudiye altınını al!.. İşte
ben gidiyorum..
Ertesi gece imam tekrar Fevzi Ağa'ya sordu:
- Ne yaptın, bugün gittin mi?
- Gittim ama benim bu işe aklım ermedi.
- Neden?
Fevzi Ağa yana yakıla bütün macerayı anlattı ve sonunda:
- Ben sanıyorum dedi, yine yanlış yere gittim. Umarım ki
o zat bu gece gelip yine bana gözükür, bakayım, sorayım da neresidir? İyice
anlayayım!..
Sonra Abdi'ye döndü:
- Bana bir soğuk su verir misin!
Abdi suyu getirdi, dedi ki:
- Ne o Fevzi Ağa, galiba bu akşam yağlı yemişsin, için
yanıyor. Al bakayım tabakayı da bir sigara sar!..