Bugün 27 Nisan.. 31 Mart Vak'ası sonrasında tam da bu tarihte Sultan Abdülhamid Han tahttan indirildi ve Selanik'e sürgüne gönderildi. Tahttan indirildi indirilmesine lakin onun gidişinin hissedilmesi pek de uzun sürmedi. 33 yıl idare ettiği koca devlet çok geçmeden çatırdamaya başladı. Önce Trablusgarp, sonrasında Balkan Savaşları baş gösterdi. Daha da vahimi I.Dünya Savaşı'na girişimiz oldu. Koca devlet yok olmaya mahkum edildi. Onun gidişine alkış tutanlar bu vahim durumu yaşayınca "Neredesin şevketlü Sultan Hamid Han?" diye ağıtlar yakmaya başladılar. Geçti!..
27 Nisan 2012 Cuma
16 Nisan 2012 Pazartesi
Ah Şu Kızlar
DİYE
Zamanın
genç kızları
Çıldırıyor
aktör diye
Yürekleri
tutuşunca
Bağrışırlar
doktor diye
Şairlerden
hoşlanmazlar
Bol
bol şiir okur diye
Sevdasını
kuru kuru
Hayal
ile dokur diye
Yere
basmaz ayakları
Yerler
biraz çamur diye
Kurabiye,
pasta yerler
Francala
hamur diye
Oturduğu
mahalleyi
Zemmederler
çukur diye
Sonra
evde gırtlak gırtlağa
Didişirler
bulgur diye
Bilmeyerek
kabak çalar
Ekserisi
tanbur diye
Haspalarım
genç beğenmez
Kuru,
cılız, kanbur diye
Neler
bulmaz bu nazlılar
Erkeklerde
kusur diye
Kalacaklar
böyle dımdız
Gurur,
gurur, gurur diye!
14 Nisan 2012 Cumartesi
Enverî Harfler yahut Huruf-i Munfasıla
Tanzimattan sonra Osmanlı Devleti'nde alfabe tartışmaları başladı. Münif Paşa Arap harflerinin eğitimi zorlaştırdığını savunmaktaydı. Harflerin başta-ortada-sonda yazımlarının farklılaşması, sesli harflerin kullanılmaması gibi durumların karışıklığa neden olduğunu söylüyordu. Aydınların birçoğu da Fransızca dolayısıyla Latin harflere aşina olduğundan bu harflere geçilmesinin de mümkün olabileceğini dillendiriyordu. Ne var ki Latin harflere geçişin geçmişle olan bağları koparacak ve Kur'an öğrenimini etkileyecek olması, yeni bir alfabeye geçiş yerine var olan alfabenin ıslahını da gündeme getirdi.
Nitekim Enver Paşa bir yayından ilhamla yeni bir alfabe oluşturma işine girdi. Bu alfabe bitişik yazılan Osmanlı Türkçesi'nin tam tersine harflerin ayrı olarak tek tek yazılması ve sesli harflerin de yazılması esasına dayanıyordu. Bu sebepten bu alfabeye "huruf-i munfasıla" da denmekteydi. Harbiye Nâzırı olan Enver Paşa bu alfabenin ordu yazışmalarında kullanılması emrini verdi. Bu alfabeyle çeşitli nizamnameler, haritalar ve salnameler basıldı. Ne var ki bu yeni alfabe değiştirilmesi düşünülen alfabeden daha zordu. Okunması ve yazılması hususunda çok büyük güçlüklere sebebiyet veriyordu. Örneğin bitişik harflerle yazılan bir kitap 30 sayfa ise bu yeni alfabeyle sayfa sayısı 60'a yani iki katına çıkıyordu. Yani zamandan da emekten de götürüyordu. Hele de askerî alanda kullanılmasıyla durum daha da vahimdi, zira askerî yazışmalar hızlı olmalıydı, ama bu yeni alfabe buna imkân vermiyordu. Kısa bir süre sadece askerî yazışmalarda kullanılan bu alfabe I.Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle akamete uğradı ve kullanılmadı.
Şimdi bir örnekle bu "huruf-i munfasıla"yı yani ayrık yazılan harfleri görelim ve okumaya çalışalım:
(Enver Paşa)
Şimdi bir örnekle bu "huruf-i munfasıla"yı yani ayrık yazılan harfleri görelim ve okumaya çalışalım:
S-u-l-t-a-n M-e-h-e-m-m-e-d R-e-ş-a-d H-a-n- ı H-a-m-i-s H-a-z-r-e-t-l-e-r-i
V-e-l-a-d-e-t- i h-ü-m-a-y-u-n 21 Ş-e-v-v-a-l 1260
C-ü-l-u-s- i h-ü-m-a-y-u-n 14 N-i-s-a-n 1325
Etiketler:
Alfabe,
Enver Paşa,
Enveri Harfler,
Harf Devrimi,
Harfler,
Huruf
13 Nisan 2012 Cuma
31 Mart Olaylarına Dair - 2
Askerlere Hitap
Arkadaşlar!
Memleketin şu kaç gün içinde
geçirdiği asabi halecanlarla istikbalin karanlık buhranının sebebi nedir
biliyor musunuz? Gaflet ile milletin sinesine hançer-i istibdadı tekrar
saplamak isteyenlere körü körüne alet oluşunuzdur.
Sizin din ve devlet
hakkındaki hissiyat-ı safiye ve necibenizi şeriatperverlik kisve-i
münafıkânesine bürünerek maksad-ı hainânelerinin vasıta-i husulü ittihaz etmek
isteyenler bundan istifade tarikini pek güzel bildiler ve eracif ile
zabitleriniz aleyhine gayz u husumet-i dindârânenizi davet ederek sizi kıyama
teşvik eylediler.
Siz “Şeriat İsteriz”
feryadıyla bizzat şer’i mükerrem aleyhine kıyam ettiğinizden habir ve agâh
değildiniz. Siz bilmiyordunuz ki dava-yı şer’e kıyamınızı tahrik edenler
bilakis otuz seneden beri en mukaddes ahkâm-ı şeriyyeyi istibdad ile ayaklar
altında kahr u payimal edenlerdir.
En menfur ve ehmelerle, en
deni vasıtalarla otuz seneden beri şevket-i İslâmiye’nin zeval ve inkırazını
isteyenler namus, din ve devleti kişisel rezil menfaatleri uğrunda fedadan
çekinmeyenler analarınızın, babalarınızın zahmetlerle toplayarak selamet-i mülk
ü millet için verdikleri paraları sefahet-i
mecnunâne yolunda sarf edip de serhadlere gönderilen sizin gibi dilaverleri aç,
çıplak, zelil ve sefil bir halde bırakanlar hiçbir vakit şer’i âlinin hadimi
değil bilakis bünyan-ı din ü devletin hasm u hadimidirler.
İdare-i sabıka-i müstebidde
değil mi idi ki ulemâ-yı dinin otuz sene ağızlarını kilitleyerek şer’ koymak en
âli ahkâmının iptal edilmiş olmasına karşı ilâ-yı savt imkânını ref’ etti? Yine
o cadı-yı istibdad değil mi idi ki medrese köşelerinde ömürlerini tahsil-i dine
hasreden binlerce talebe-i ulumi bir günde makarr-ı hilafet-i İslamiyye’den
tard ü tebide kalkıştı?
Arkadaşlar! O vakit neden
sükut ettiniz, ne için “Şeriat İsteriz” feryadıyla kıyam etmediniz? Çünkü hakaik-i
vekayiden gafil idiniz. Reda-yı hadisat arkasında gizlenen emele vukufunuz yok
idi, sükut ediyordunuz.
Bugün saye-i meşrutiyette
şer’i garranın ahkâm-ı kutsiyesi mahal-i tatbik bulunca sefahete sarf edilen
paralarınız bugün sizin rahat ve refahınıza masruf olunca ondan faydalanmaya
alışanlar kâşâne-i ikbâl ü ihtişamlarını tezyin etmeyi i’tiyad edenler buna tahammül
etmediler ve sizin gafletinizden, basiretsizliğinizden istifade ederek tahrik
eylediler ve nihayet daha fenası olmak üzere dinen ve vazifeten hürmet ve
itaatle mükellef olduğunuz zabitleriniz aleyhine sizde tevlid-i husumet ederek
sizi katiller ve vatan hainleri derecesine indirdiler. Görüyor musunuz
harekâtınızın neticesini!
Hem ne demek! Bir askerin,
vazife-i diniye ve milliyesini idrak eden bir askerin kendi âmirini, zabitini
katletmesi ne demektir? Bundan daha zâlimâne bir hareket tasavvur olunur mu?
Askerlik itaat ve inzibat
numunesi olmak lazım gelirken ve askerin zabitlerine hürmet ve itaat
göstermekle yükümlü bulunduğu halde zabitini katledenlere asker nazarıyla
bakılır mı?
Hamiyet, insaniyet ve diyanet
nokta-i nazarından menfur ve kabih olan bu harekâtınızı davanızla tevfik etmek
kabil midir?
Dem-i masumini heder ettiğiniz
o zabitlerin her biri devlet ve millet için neye mal olduğunu biliyor musunuz?
Mütefennin bir mektebli zabit yetiştirmek için devlet ve millet nice senelerin
mesaisine muhtaç ve binlerce liralar sarfına mecbur iken siz gaflet-i
hodgâmınızla o muhterem vücudlara Allah’tan korkmaksızın nasıl kıydınız? Onlar
da sizin gibi ana baba yavrusu, evlâd u ıyâl sahibi, vatan ve millet hadimi
idiler. Yüreklerinizde bir zerre-i terahhum hissetmeksizin nasıl bu zavallıları
hedef ettiniz? Bu hareketlerinizle devletimizin kudret ve satvetini teşkil eden
itaat-ı askeriyeyi ihlâl ederek şevket-i İslâmiye’nin inhitatına hizmet etmiş
oldunuz ki dava ettiğiniz şeriata hıyanettir. Binaenaleyh eğer yüreklerinizde
henüz bir zerre-i hamiyet ve diyanet mevcud ise hain ellerle hareket etmekten
vazgeçip istiğfar ederek zabitlerinizin emr ü kumandası tahtına giriniz, yoksa
din ve millet nazarında ebediyen lanete müstehak olacaksınız.
(Musavver Muhit, 1325)
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
11 Nisan 2012 Çarşamba
Çakıcı Efe'nin Cevabı
Sultan II.Abdülhamid Han zamanında İttihatçılardan Dr.Nazım, ünlü eşkıya Çakıcı Mehmet Efe'nin yanına tütün tüccarı gibi gidip, Efe'yi İttihat ve Terakki'ye kazandırmak için, padişahın devlete ihanet ettiğini, ortalığı hafiyelerle doldurduğunu söylemesi üzerine Efe:
- Padişahın memlekete hainlik edeceğine inanamam. Hafiye meselesine gelince, ben bir eşkıyayım. Dağda gezebilmem için jandarmaların hareketlerinden haber almam lazım. Bu köylerde yirmiden fazla hafiyem vardır. Eğer onlar olmazsa ve bana zamanında gereken haberleri iletmeseler, bir gün olsun bu dağlarda dolaşamam. Benim hafiyeye ihtiyacım varsa Sultan'ın da vardır. Onun da hafiyeleri olmazsa bir gün olsun tahtında oturamaz, demiştir.
(Mehmet Hocaoğlu, Abdülhamid Han'ın Muhtıraları, syf:12)
Ne Yaptılar?
Sedat Simavi'nin İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin neler yaptığına dair çizimi
Neler Yaptılar?
1- Soğukkanlılıkla insan çiğnediler
2- Astılar
3- Boğdular
4- Ceplerini doldurdular
5- Kendilerinden olmayanların ağzından lokmayı kaptılar
6- Kaçtılar
(Güleryüz Dergisi)
Etiketler:
Çizim,
Hiciv,
İttihat ve Terakki,
Karikatür,
Sedat Simavi
10 Nisan 2012 Salı
Ferda
- Bugünün gençlerine -
Ferda senin, senin bu teceddüd, bu inkılâb...
Her şey senin değil mi ki zaten? Sen, ey şebâb,
Ey çehre-i behîc-i ümîd, işte ma'kesin
Karşında: Bir semâ-yı seher, sâf ü bî-sehâb,
Âğuş-i lerzedârı açık, bekleyen.. şitâb!
Ey fecr-i handezâd-ı hayât, işte herkesin
Enzârı sende, sen ki hayâtın ümidisin,
Alnında bir sitâre-i nev, yok, bir âf(i)tâb,
Âfâka doğ, önünde şu mazi-i pürmihen
Sönsün müebbeden.
Sönsün müebbeden o cehennem; senin bugün
Cennet kadar güzel vatanın var,
Şu gördüğün zümrüt bakışlı, inci şetaretli kızcağız
Kimdir bilir misin? Vatanın... Şimdi saygısız
Bir göz bu nazlı çehreye - Allah esirgesin –
Kem bir nazarla baksa tahammül eder misin?
İster misin, şu ak sakalın pâk ü muhteşem
Pîşâni-i vekârına, bir kirli el demem,
Hattâ yabancı bir el uzansın? Şu makberi,
Razı olur musun, taşa tutsun şu serseri?
Elbet hayır; o makber, o pîşâni-i vakur
Kudsî birer misâl-i vatandır... Vatan gayur
İnsanların omuzları üstünde yükselir.
Gençler, bütün ümid-i vatan şimdi sizdedir:
Her şey sizin, vatan da sizin, her şeref sizin
Lâkin unutmayın ki zaman tünd ü mutmain
Bir hatve-i samût ile ta'kîb eder bizi.
Önden koşan, fakat yine dikkatle her izi
Ta'mika yol bulan bu yanılmaz muâkıbin
Şermende-i itabı kalırsak, yazık!.. Demin
"Ferda senin!" dedim, beni alkışladın; hayır,
Bir şey senin değil, sana ferda vediadır;
Her şey vediadır sana, ey genç, unutma ki
Senden de bir hesâb arar âtî-i müştekî.
Mâzîye şimdi sen bakıyorsun pür-intibah,
Âtî de senden eyleyecek böyle iştibâh.
Her uzvu gird-bâd-ı havâyicle sarsılan
Bir neslin oğlusun; bunu yâd et zaman zaman.
Asrın, unutma, bârikalar asr-ı feyzidir
Her yıldırımda bir gece, bir gölge devrilir,
Bir ufk-ı i'tilâ açılır, yükselir hayât;
Yükselmeyen düşer: ya terakkî, ya inhitat!
Yükselmeli, dokunmalı alnın semâlara;
Doymaz beşer dedikleri kuş i'tilâlara...
Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;
Durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!
Tevfik Fikret
9 Nisan 2012 Pazartesi
31 Mart Olaylarına Dair - 1
Geçen Salı günü İstanbul
halkı hiç kimsenin beklemediği büyük bir olay karşısında kendini buldu. Şehir,
askeri bir kıyamın tam ortasında kalmıştı. Akıl sahipleri bunun vahim
sonuçlarını anlayarak derin bir üzüntü ve ümitsizlik içinde iken, maksat ve
gaye itibariyle aldanmış birtakım asker kardeşlerimiz Ayasofya meydanında
toplanarak “Şeriat isteriz!” seslerini etrafa yaydılar ve bununla beraber
çevreye korku ve dehşet saçtılar.
İstanbul sanki bir velvele-i
fetret içindeydi. Ayasofya meydanında toplanan askerler heyet-i vükelâyı
istemiyorlar, idare-i meşrutanın memlekete getirdiği alışkanlıkları
reddediyorlar ve yalnız “Şeriat isteriz” talebinde bulunuyorlardı.
Hükümet, kurşunla süngüyle
istenilen bu beyanı – kan dökmemek emeliyle – o gün hemen kabule meyilli
göründü. Harbiye Nezaretinde mevcut olup henüz askeri itaatten ve hükümete
bağlılıktan ayrılmamış olan süvari ve nişancı alay ve taburlarına ait bazı
müfrezelerle Ayasofya’da toplanan asker kardeşlerinden Bâb-ı Seraskeri cihetine
gönderilen kuvvetler arasında meydana gelen silahlı çatışmada bazı kayıplar ve
yaralılar olduğundan dolayı heyet-i sabıka-i vükelâ istifa etti. Hilmi Paşa
kabine ile toplu olarak istifa etti, Meclis-i Mebusan reisi Ahmet Rıza Bey
istifaya mecbur edildi. Ahkâm-ı münife-i şer’inin (şeriatın yüce hükümleri)
bundan böyle noktası noktasına mevki-i tatbike konulacağına ve şu kıyam-ı
askerînin müsebbibleri ve bu üzücü olayların failleri hakkında aff-ı umumî
iradesine sudur ettiğine dair başkâtip Cevat Bey vasıtasıyla tebligatta bulunulduğu
halde erbâb-ı kıyam buna da razı olmayarak icraat talebinde bulundular. Erbâb-ı
iz’ân (akıl sahipleri) bunda dehşetli bir irtica tertibinin mevcut olabilmesine
ihtimal verdi. Nitekim meydana gelen olaylar bunun haksız bir fikr-i
tarafkirâne olmadığını da gösterdi. Bu muvaffakiyet-i fevkaladenin neşvesiyle
sermest olan erbâb-ı kıyam “şeriat isteriz” feryadıyla ortalığı çınlattıkları
sırada elli bin Osmanlı’nın şura-yı millette vekili olan Mehmet Arslan Bey’i
tabur ateşine maruz bırakarak katlettiler. Bu şehidin kusuru Hüseyin Cahit
Bey’e benzemesinden ibaretmiş. Demek Hüseyin Cahit Bey’in katli şer’an caiz!
Adliye Nazırı Nazım Paşa nezaret dairesinde katledildi. Bahriye Nazırı Rıza
Paşa ayağından vuruldu.
(Musavver Muhit, 9 Nisan 1325)
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
7 Nisan 2012 Cumartesi
Hayvanları Nasıl Tutmalı?
Güvercini ayaklarıyla beraber kanatlarının uçlarına yakın yerinden tutmalıdır.
Kedileri bir veya iki el ile göğüs altından tutmalıdır.
Yılanları boynundan ve başına yakın yerinden tutmalıdır.
Fareleri ensesinden tutmalıdır.
Küçük kuşları kapalı avuç içinde tutmak, yüzük ve orta parmak arasından ayaklarını çıkarmak lazımdır.
(Mektebli Dergisi, 1329)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)