Tuna üzerinde beş yüz elli senelik Osmanlılıktan kalma
bir eser..
Daha Birinci Murad'ın vasıl olduğu Tuna'daki hakimiyet-i
nehriyemizin son izi..
Mevkisini görseniz cennete teşbih ederdiniz. Tuna'nın
verdiği feyz ve bereketten en ziyade müstefid olan bir mevki şüphesiz ki bu
Osmanlı adacığıdır. Ada pek büyük değildir, çevresini yarım saatte değilse kırk
dakikada bol bol dolaşabilirsiniz. Ahalisi yedi sekiz yüzü buluyor. Evleri
tahta perde içinde saklı olduğu için tarz-ı mimarileri hakkında malumat
veremeyeceğim. Fakat sokaklarının genişliği bir metre ile iki metre arasında
tahallüf eder. Ahalisi fakir addolunabilir. Mamafih hepsi çalışkandır. Ada
içinde umuma ait olmak üzere iki bina bulunur ki birisi büyük ve müzeyyen
hükümet konağı, diğeri de taştan binasıyla, güzel bir minber ve yekpare bir
halısıyla adada birinci derecede ziynetli bulunan cami-i şeriftir. Caminin
içinde mektep olmak üzere ayrılmış hususi odalarda iki muhterem sima küçükleri
yetiştirmekle meşgul, her ikisine de gösterdikleri gayretten dolayı tekrar
tekrar teşekkür borçluyum.
Hükûmet konağının arkasında kâfi miktar arazisi varken ve
defaat ile Viyana Sefareti vasıtasıyla müracaat-ı resmiyede bulunulmuşken dört
hükûmetin nokta-i iltisakında bulunan bu mevki-yi mühime bir hükûmet dairesi
yaptırılmıyor. Viyana Sefareti dedim de hatırıma geldi: Adanın vaziyet-i
hukukiye ve idaresi pek gariptir. Adanın müdürü bittabi diğer nahiye
müdürlerinden farklı bir maaş alır. Müdürün bir kaymakam yahut mutasarrıf veya
valiye tabi' olmayıp Viyana Sefaretine merbutiyeti ve bahusus bazen de bu defa
olduğu gibi sâbık bir şehbenderin tayin edilmiş olması hükûmetin buraya layık
olduğu ehemmiyetle baktığını zannettirirse de heyhat!.. Karşısında Orşova.
Macaristan'ın en kıyısı olduğu halde asfalt kaldırımlarla, muazzam ve latif binalarıyla
nazara çarparken, öbür tarafta Sırbistan'ın, Bulgaristan'ın, Romanya'nın muntazam
kasabaları bulunurken, adanın bir metre genişliğindeki sokakları, tahta perde
içindeki evleri, bir kulübeden daha küçük hükûmet konağı, bir müdür ile bir
muallimden ve dört jandarmadan mürekkeb memurin kadrosu hakikati hemen
gösteriveriyor. Hatta hükûmet-i sâbıka buraya asker göndermek zahmetinden
kendisini kurtarmak için Avusturya'dan 45 neferle bir zabit gelmesine bile
müsade etmiştir. Daha garip olmak üzere şunu da söyleyeyim ki adada daire-i
askeriye bahçesinde senede üç dört gün Avusturya sancağı rekz olunur bir
bandıra direği de vardır.
Bunun kadar teessüf vesilesi olacak bir şey daha varsa o
da adanın dört tarafındaki askeri kumandanlık dairesinin hatta asker
ikamethanesinin bizim hükûmet dairesinden pek büyük olmalarıdır. Adanın dört
tarafındaki askeri karakol dairelerine karşın bu üç mevki-i resmiye karşı
-tekrar edeyim- bizim bir tek hükûmet dairemizle bir de camimiz var. Onların
kırk altı askerine karşı bizim altı memurumuz bulunuyor. Yeni tayin olunan
hâkim bile el-an gelmemiştir.
(Adakale'de müdüriyet dairesi ve heyet-i idare ile bazı muteberan)
Buranın bir de belediye meclisi vardır ki rastgelen
dükkânda ve ekseriya bir kahvede in'ikad eder. Belediyenin senevi varidatı
ancak on iki bin kuruştur. Bu para ile bir belediye dairesi yapılması mümkün
olmadığı gibi bir belediye tabibi de bulundurulamıyor. Hatta Orşova'dan zaman
zaman birkaç gün için bir doktor bile getirilemiyor. Ancak bir ibtidaî muallimi
tayin edilebilmiş. Şayan-ı teşekkürdür. Çünkü her şeyden evvel muallime olan
ihtiyaç takdir olunuyor demektir.
Su, adayı o kadar yiyor ki (i'tikâl) bir tarafının arzı
hemen otuz, otuz beş metreye inmiş. Adanın etrafına rıhtım gibi bir şeyler
yapmak na-kabil. Çünkü belediyede para yok. Birkaç seneye kadar adanın ikiye
bölüneceğinden korkuluyor. Her sabah Tuna yükseldi mi diye defalarca sahile
koşan bu zavallı halk hükûmetten bir miktar para istemeği akıl edemiyorlar.
İ'tikâle karşı birkaç söğüt ağacı dikmek çaresi varsa da ne onu bulabiliyorlar
ne de bulsalar esaslı bir mani' olabilecek.
Adanın ahalisi üç sanatla iştigal eder: Şekercilik,
kayıkçılık, kaçakçılık. Burada bir gümrük memuru tayin etmek külfetinden
kurtulmak için hükûmet ahaliyi diğer vergilerden olduğu gibi bu gümrük
vergisinden de affetmiştir. Onun için
ahali Macaristan'da pahalı bulunan şekeri adalarına getirerek muahharen
Orşova'ya nakledip külli bir kâr ile satarlar. Bu yüzden zengin olanları çoksa
da fakirlere bu sanat kapalıdır. Bunu zenginler bir inhisar tahtına vaz'
etmişlerdir. Kayıkçılık da başlıca vesait-i maişetten biridir. Şu kadar ki son
zamanlarda getirilen bir Avusturya motoru bu ticareti de ehemmiyetsiz
bırakmıştır. Tebaamızın şikayatı mesmu' olmakla beraber şiddetini el-an
muhafaza etmektedir.
Burada reji tütünü de yoktur. Ahali kendileri tütün imal
ederler. Bir fabrika vardır ki tütün imaline yetişemez. Ma'mulât teneke ve
mukavva kutular içinde dört tarafa naklolunur. Tuna üzerinde işleyen vapurlarda
tekmil kahveciler Adakaleli olduğu için bu tütünlerin gerek naklinde, gerek
vapurlar derununda bey'inde büyük bir
âmil vazifesini görürler.
Adaya gelmezden evvel beş yüz elli senelik hakimiyet-i
nehriye-yi Osmaniye'nin son parçasına koşmak, oradan Osmanlı puluyla etrafa
mektuplar, kartpostallar yağdırmak istiyordum. Heyhat! Bu da boşa çıktı. Çünkü
bir posta memuru tayin etmek adanın memurin bordrosuna zam vuku'nu icab ediyor.
Ada ziyaretçileri bu Osmanlı toprağına koşarak
Osmanlılığın yirminci asırdaki medeniyetini görmek, Osmanlı parasını almak,
Osmanlı puluyla etrafa mektuplar göndermek istiyorlar. Fakat hepsi de benim
gibi hüsran-ı emele uğruyor. Burada Osmanlı parasını bereket olarak saklarlar.
Bu parayı bilenler, nezdinde bulunduranlar diğerlerine naz ile gösterirler.
Pulun bir tanesi bile bulunmaz. Mektuplar Orşova'ya, Macar postahanesine
gönderilir. Hele ecnebilerin bizim medeniyetimizi görmek için buraya gelip
sonra onu bütün memalikimize kıyas eylemeleri o kadar girandır ki..
Üsküp'te kalıplanmış fesim yollarda berbat olmuştu.
Zannediyordum ki adada kalıpçı bulabileceğim. Yanılmadım, kalıpçı vardı, vardı
ama kalıbı bir. O da benim işime yaramadı.
Müdür Refet Bey çalışkandır. Bir hükûmet dairesi, bir
hapishane, bir posta merkezi yapmak istiyor. Fakat bizim o daracık bütçemizin
te'kidleriyle beyhude araştırıp duruyor. Avusturya'nın 46 askeri için yapılmış
hapishaneye karşı bizim bir mahkememiz, bir hâkimimiz bile yok ki sekiz yüz
Osmanlı islamı için bir hapishane yapılsın. (İhtimal ki oradaki müslümanların
seviye-i irfanları hapishane inşasına lüzum göstermemiştir.) Eskiden bir hâkim
varmış, hükûmet dairesinde yer olmadığından nerede oturduğunu bilmiyorum. Fakat
bildiğim bir şey vardır ki o da adi bir zelle-i lisaniye üzerine birinin
idamına hükmetmiştir. Vakıa edilen şikayet üzerine hükûmet onu kaldırmış fakat
yerine tayin edilen de el-an meydanda yok. Şer'i ve hukuki işlerden bir kısmını
bu hâkim görecek. Fakat umur-ı hukukiye-i saire ile umur-ı cezaiye meclis-i
idariye ait. Adada kavanin-i Osmaniye de cari değildir. Mesela ceza kanununun
üç sene hapsine karar verdiği bir fiil için üç gün hapis kâfi görülür. Sonra
yer olmadığı için mücrimin hapsi de pek müşkül olur da ikinci ve üçüncü günleri
affolunuverir.
Müdür bey tahrir-i emlâke başladığını, tahrir-i nüfus
yapmak istediğini söylüyordu. Fakat adalılar itiraz ediyorlarmış: Emlâkımızı tahrir
etmeyin, vergi mi alacaksınız? Nüfusumuzu bilmeyin, askere mi alacaksınız?
diyorlarmış. Çünkü bura ahalisi bütün vergilerden muaftır.
Dört jandarmamızın elbisesi Avusturya askeri elbisesi
yanında o kadar fena ki sormayın. Ne ise bu sene hükûmet edilen ricalara karşı
bir kışlık bir de yazlık elbise gönderebilmiş. Lakin bunların ne tüfenkleri ne
de kasaturaları yoktur. Müdür bey bu dört kişinin yerine bir komiserle iki
polisin gönderilmesini sefaret vasıtasıyla hükûmetimizden rica etmiş. Verilen
cevap ise şu: Yüz altmış beş kuruş maaşları olan bu dört ihtiyar jandarma
İstanbul'a isteniyor. Orada jandarma mektebinde okutulup ikmal tahsillerinden
sonra adaya iade edileceklermiş. Halbuki Avusturya askeri büyük bir intizam
gösteriyor. Muntazam kumandanlık dairesi, mükemmel asker ikamethanesi, güzelce
karakollar yapılmış, temiz ve muntazam geziyorlar. Mamafih müdür ile beraber
biz birkaç kişi gidiyorken nefer hiç beklemedi. Yüksek sesle bir
"pardon"u müteakip safımızı yardı geçti. Hükûmetimiz arzu ettiği
vakit çıkarmak üzere Avusturya askerini getirdiği vakit kaleyi onlara vermiş.
Yıkılan bazı mevkileriyle bu kale bahçesini bugün asker kâmilen zapt etmiş
bulunuyor. Buranın istifadesi kendilerine aittir. Hatta daha garibi bu kısm-i
arazide vuku' bulan hadisat-ı hukukiye ve cezaiyeyi de kendileri halletmek
isterler. Mesela bir hayvan buraya girse kıyametleri koparırlar. Müdüriyet
hayvanların girememesi için nihayet buradan yola kadar duvar çektirmek
mecburiyetinde kalmıştır. Bu mevkiden bir kısmını efraz ederek umumi bir park
yapmışlar, adada hiç Avusturyalı olmadığı ve tekmil ahali İslam bulunduğu halde
bahçede bulunan (Aviso) serlevhalı bir ilanda Türkçe bir kelime bile bulunmaz.
Ezcümle sâbık kumandan askeri ikâmethanenin bahçesinde çiçekler ve Fransız
hurufi ile Adakale yazdırmış. Yanına da ay ile yıldız yaptırmıştır ki müdür bey
bilhassa bunu bize göstererek memnuniyetini bildiriyordu. Asker her üç ayda bir
tebdil olunur. Müdüriyet bundan da beyan-ı memnuniyet eylemektedir.
Adada imparatorun hususi günlerinde ve diğer bir iki
günde Avusturya bayrağı temevvüc etmesine de her nedense ötedenberi alışılmış,
itiraz edilmiyor. Buna mukabil bizimkiler de bir şey düşünmüşler: Her cuma
hükûmet dairesine çektikleri Osmanlı sancağından başka bir tanesini de minarede
bulunduruyorlar. Güzel bir mukabele değil mi?
Ey Tuna üzerinde mütemevvic ve bulunduğun mevki-i dünya
kadar mukaddes ve ulvî Osmanlı sancağı! Seni bir daha tebcil ederim.
(Üsküp Sultanisi Muallimlerinden
Mustafa Muhsin, 1912)