Memleketimizin her tarafında bu ismi tanımadık kimse
yoktur. Yüzlerce senelerden beri Karagöz oyunlarında görerek, mangal başında
büyük ninelerin masallarında dinleyerek Bekri Mustafa ismiyle muvaneset etmemiş
bir çocuk nadirdir. Bu kadar maruf ve meşhur olan Mustafa Ağa - o zamanlarda
tahsil ve terbiye görmüş olanlara da ağa deniliyordu - gece ve gündüz işrete
müdavim olduğu cihetle "Bekri" diye iştihar etmişti. Leyl ü nehar
sermest bulunan bu zat zamanının hoş sohbet zürefâsından olduğundan dillerde
yüzlerce hikâyât ve letâifi ile cümlenin aşinâsı bulunmuştur.
Bekri Mustafa Dördüncü Murad devrinin meşahir-i
zürefâsından ve yorgancı esnafından Ahmed Ağa namında bir zatın mahdumu olup
Kadırga yakınlarında Cündi Meydanı ile Küçük Ayasofya Cami-i şerifi arasında
bir hanede 1010 sene-i hicriyesinde tevellüd etmiştir.
Pederinin hal ü vakti müsait olduğu cihetle Mustafa
çocukluğu zamanını refah içinde geçirmiş ve beş yaşında iken Küçük Ayasofya
Cami-i şerifi ittisalindeki mahalle mektebine verilerek orada mushaf-ı şerifi
hatim etmekle beraber mukaddemat-ı ulumi
gördükten sonra Bayezid Cami-i şerifinde medrese derslerine devam
ettirilmiş ve epeyce ilim tahsil eylemiştir.Mustafa'nın on altı yaşında olduğu
sırada pederi Ahmed Ağa soğuk algınlığı neticesinde yataklara düşmüş ve
sonrasında vefat eylemiştir. İki sene sonra yani Mustafa on sekiz yaşında
olduğu sırada validesi de vefat etmekle tek başına kalmış ve işte bu esnada
bazı arkadaşlarının ibram ve ısrarı üzerine ilk defa olarak Kumkapı'da Ermeni
milletinden Agop'un işletmekte olduğu Gedikli meyhanesine giderek işrete
başlamıştır.
Bekri Mustafa henüz genç denilebilecek yaşta yani kırk
bir yaşında iken dört-beş gün süren bir hastalığı müteakip vefat etmiş ve cenazesi,
vasiyeti mucibince, o zamanlarda müdavimi bulunduğu Balıkpazarı meyhaneleri
civarında kain kabristana defnedilmiştir. Bilahare mezkur kabristan kaldırılıp
yerine dükkân ve çarşılar inşa edilmiş ise de Bekri Mustafa'nın kabri, hürmeten
yerinde bırakılmıştır.Bu mezar el-yevm Yemiş İskelesi'nde Kasımpaşa Sokağı'nda
Hasan Çavuş nam zatın üç numaralı dükkânının arkasındadır. Mürur-i zaman ile
zarar gören mezarı 318 senesinde o civar esnafının cem eyledikleri iane ile
tamir ve müceddeden taş rekz edilmiş olduğundan bugün mamur bir halde
bulunmaktadır.
İşte Bekri
Mustafa'nın letaif ve hikâyâtından birkaçı:
İşte Böyle Yuvarlarım!
İşretin memnu' olduğu bir zaman Bekri Mustafa'yı bir
meyhanede içerken tutarlar ve inkâra mahal kalmaması için şişesini, kadehini
beraberr alıp Bostancıbaşı'nın huzuruna götürürler. Meğer Bekri Mustafa'yı
yakaladıkları zaman şişenin dibinde biraz rakı kalmış. Bostancıbaşı şişeyi
elinde sallayarak:
- Be adam! Şu zıkkımı nasıl içersin! deyince Bekri
Mustafa şişeyi ve kadehi eline alıp:
- Efendim işte böyle, ibtida şişeyi elime alırım, sonra
kadehe boşaltırım. Kadeh dolduğu gibi kaldırır ve yuvarlarım! demiş ve artan
rakıyı da Bostancıbaşı'nın huzurunda içmiş.
Ziyan Olmasın!
Bekri Mustafa nasılsa bir gece hasta olur ve hekim celp
olunur. Hasta muayene edilir:
- Artık ümit yok kendisini rahat bırakınız deyince Bekri
Mustafa yorgandan başını çıkararak:
- Öyle ise dışarı çıkın da mumu söndürün ziyan olmasın,
der.
Besmele İle İçmezmiş
Bir gün Bekri Mustafa Ağa'yı karakola Bostancıbaşı'nın
huzuruna götürmüşler. Bostancıbaşı Bekri Mustafa'ya:
- Senin şarabı besmele ile içtiğini ahali şikayet ediyor
demesi üzerine Bekri Mustafa hiç telaş eseri göstermeyerek:
- Aman ağa ben suyu içerken bile aklıma besmele gelmez
nerde kaldı ki şarap içerken hatırıma gelsin! demiş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder