İstanbul’un Çarpa-i Menfileri (İstanbul’un Dört Ayaklı Sürgünleri) Hayırsız Ada’da
Ta uzaktan bize doğru hafif bir ‘hav hav’ sesi aksetmeye başladı. Bindiğimiz gemi, Hayırsız Ada’ya doğru yaklaştıkça elimizdeki dürbün ile, Hayırsız Ada’nın yüksek kayaları, çıplak tepeleri üzerine dikkatle bakıyorduk. Mahallelerimizden, sokaklarımızdan toplatılan şuraya sürgün edilen köpekleri merakla arıyorduk. Hepimiz hem merakta ve hem gayr-ı ihtiyarî gülmekte idik.
Hayırsız Ada’yı ziyarete gittiğimiz gün havanın sıcak ve rüzgârın gayet hafif olması hasebiyle râkib olduğumuz sefine yelkeninden ziyâde, Sarayburnu’ndan Marmara açıklarına doğru daima mevcut olan akıntıdan müstefid oluyor, adaya aheste aheste takrib eyliyor idi.
Biraz sonra adanın doğu sahili kâmilen meydana çıktı, orada döküntü taşlardan müteşekkil ufak bir limancık var idi. İşte burası Hayırsız’ın iskelesiydi. İskele, etrafı oradaki çakıllık, alt taraftaki kayaların üzeri kâmilen her renkte köpeklerle, mahlukatla dolu idi. Koşuşuyorlar, nim-banyo (yarım banyo) edip hükümferma olan hararetin (hüküm süren sıcaklığın) tesirini tadile çalışıyorlar, bazıları kayaların gölge çukurlarına çekilmiş hab-ı istirahatte! Üçü, beşi baş başa gelmiş önlerine atılan yiyeceği paylaşıyor. Fakat asıl gülünç manzara kuyu başında! Kuyunun üzerine pek mübtediyâne (acemice) surette bir makara asmışlar, gaz tenekesi ile iki adam su çekiyor. Ah şu gaz tenekesi! Memleketimizde ne büyük bir rol ifâ eder! Gâh dam olur, gâh duvar! Bazen çatı üzerinde ocaklık eder, evlerde kova, kazan vazifesini görür. İşte memur-i kellâb efendinin (köpeklerden sorumlu kişi) himmet-i terakkiperveranesiyle Hayırsız Ada’da dahi gaz tenekeleri hayırlı bir iş görüyor!! Köpeklere su çekiyor. Acaba şuraya adî bir tulumba taksalar idi, kenara uzun yalaklar koysalar idi pek külfet mi edilmiş olurdu? Şehremaneti meclis-i umumîsinin Hayırsız Ada’daki köpekleri böyle gaz tenekesiyle sulamasında dahi belki bir bildiği vardır diyelim de biz çarpa-i menfilerin (dört ayaklı sürgünlerin) ziyareti hikâyesine devam edelim.
Sefinemizin sandalına bindik, fotoğraf makinemizle iskeleye yaklaştık. Sandalımızı gören köpeklerin havlamaları arttı. Her gelen gemiden yeni yeni arkadaşlar çıktığına alışmış olduklarından mıdır bilmem, bizi evvela beşûşâne (güleryüzle), sonra mahzûnâne istikbâl eylediler. Yanımdaki arkadaşım dedi ki:
- Lakin şu tarafa bak, kayaların en yüksek tepelerinde sıralanmış olan köpeklerin hepsinin nazarları İstanbul’a matuf! Onlar tenezzül eyleyip bize iltifat eylemiyorlar.
Vakıa yüksek taşların üzerinde kara, boz, sarı, iri, ufak, zayıf, şişman bir çok köpek kafalarını dikmişler, durmaksızın bakıyorlar, vaziyetlerini değiştirmiyorlar! Tuhaflığı son arkadaşım ilave eyledi :
- Mutlaka bunların İstanbul’da sevgilileri kalmış olacak?
Sandalımız iskeleye yanaştığı zaman kuyu başında büyük bir şamata koptu. Vakıa gaz tenekesi kuyudan çıkmış, köpekler suya hücum eylemişler idi. Suyu çekenler sopalarıyla hücuma mukabele ederek kendilerini muhafaza ediyorlar idi. Biz ise hem gülüyor, hem de şiddet-i hararetle ortalığı istilâ etmiş olan köpek kokusundan burnumuzu tutuyor, etrafımızı saran sineklerden çırpınıyorduk.
İşte bu haller içinde muhtelif resimler çıkardık. Adanın güney sahilini de dolaştık. Orada da köpeklerin meraklı güruhu, yahut o sabah gelen yenileri cezireyi devr ü teftiş (adayı dolaşıp keşfetme) ile meşgul idiler. Taştan taşa dolaşıyorlar, mağaraları, kovukları muayene eyliyorlar, tepelere çıkıp iniyorlardı.
Sıcak ziyâde olmasa idi şu cezire cevelanına biz de iştirak edecektik ama şiddet-i hararete, kokuya, hele sineklere dayanmak kabil değildi. Muhtelif mahallerden gelmiş ve belki ulumalarıyla bir çok defa gece uykumuzu kaçırmış olan kilâb-ı Kostantiniyye’ye (İstanbul köpeklerine) bir selam-ı veda ederek sandalımıza döndük. İçlerinden bir tanesi arkamızdan suya atılmış, bizi takip eyliyor idi. Denizde biraz yüzdükten sonra mahzûnâne bir nazar daha atfeyledi, döndü, arkadaşlarının yanına gitti. O esnada çuvallardan çıkarılan ekmekleri dağıtıyorlardı, adada kopan yeni bir gürültü içinde sahilden tebaüd eyledik (uzaklaştık).
(Servet-i Fünûn, 1326)
[Günümüz Türkçesine çeviren: beyzade25]
Not: 1910 yılında İstanbul'da bulunan köpeklerin büyük bir kısmı Şehremaneti tarafından toplanarak gemilerle Hayırsız Ada'ya (Sivri Ada) götürüldü. Başlarda yiyecek ve içecekleri temin edildi edilmesine ama sonrasında adaya uğrayan olmayınca köpekler birbirini yedi. Günlerce köpeklerin uluması duyuldu. Kısa bir süre sonra İstanbul'da deprem, yangın vs. felaketler baş gösterince köpeklere yapılanlardan olduğu sanılarak adada sağ kalan köpekler tekrar İstanbul'a getirildi.