1 Şubat 2016 Pazartesi

Bekir Ağa Bölüğü'nde Neler Gördüm? -1-

Hayatında mahşeri görmek isteyenler 31 Mart irtica hadisesini müteakip Bekir Ağa Bölüğü'nü görmeliydiler. Hareket Ordusu İstanbul'a girerek her tarafı hükmü tahtına almış, günlerden beri İstanbul'u kana bulayan, münevver ve mütefekkirleri evlere sığınmaya mecbur eden irtica bastırılmış, taraf taraf divan-ı harpler kurulmuş, mürteciler tevkif edilip Bekir Ağa Bölüğü'ne gönderilmeye başlamıştı. Bekir Ağa Bölüğü o vakit mahşerden bir numune idi. Adi yobazlardan zamanın ricaline kadar üç bin kişi Bekir Ağa Bölüğü'nde istilaya uğramış bir memleketin muhacirleri gibi bütün koğuşları, koridorları, izbe katları doldurmuştu. Büyüğe küçüğe, rütbeye mevkiye bakılmıyor; getirilen içeri atılıyordu. O vakit Hareket Ordusu irticayı bir an evvel bastırarak vaziyete hakim olmak için üç divan-ı harp teşkil etmiş, bilahere başkumandan Enver Paşa, o vakit Enver Bey, merkez kumandanı olmuştu. Divan-ı harpler geceli gündüzlü ictima ediyor, İstanbul'un dört köşesine dağılan mürteciler taraf taraf tevkif edilerek Bekir Ağa Bölüğü'ne getiriliyorlardı. Bunların içinde Hamid'in kurenası, nâzırları, hafiyeleri, elebaşı yobazlar, adi mürteciler ve irticaya alet olan binlerce insan vardı. Ben o vakit Bekir Ağa Bölüğü'ne muhafız-ı kanun tayin edilmiştim. Yanıma birkaç tane nefer verilmiş, Bekir Ağa Bölüğü'nün muhafazası bize tevdi edilmişti. Mahpuslarla ben temas ediyor, onları ziyarete gelenleri ben idare ediyor, geceleri idama gidecekleri ben götürüyordum. Hayatımızın mühim bir kısmı memleketin siyasi hayatında mühim roller oynamış bu siyasi mücrimler arasında geçti. Onların bodrum katında nasıl dövüldüklerini, senelerce memleketi idare edenlerden bazı rezillerin idam sehpası önünde nasıl bu millete ettikleri zulmün hesabını verdiklerini, divan-ı harpte nasıl muhakeme edildiklerini gördüm. Otuz senelik bir mazinin hesabı hep gözlerimin önünde verildi. Orada gördüklerimi kârilerime naklederken şimdiye kadar efkâr-ı umumiyeye meçhul kalmış birçok sırları ifşa etmeye çalışacağım. Bu sırları bilenler birkaç kişidir. Onlar şimdiye kadar bildiklerini efkâr-ı umumiyeye bildirmemişlerdir. Halbuki Türk'ün siyasi tarihinde Bekir Ağa Bölüğü mühim bir mevki işgal edecektir.


Burada cereyan eden vakayi' bilhassa yeni yetişen nesil için ibret sahneleriyle doludur. Tarihe vesika vermek hem inkılap ruhiyle yetişen yeni nesle, mazinin siyasi hayatındaki çirkin ve iğrenç faciaları teşhir ederek onlarda demokrasi fikir ve zihniyetinin kuvvet bulmasına yardım etmek itibariyle Bekir Ağa Bölüğü'nde gördüklerimin bilinmesi faydadan hali olmayacaktır.

Bu küçük mukaddimeden sonra hikayemize başlayabiliriz. Bekir Ağa Bölüğü namıyla maruf olan yer  sâbık Harbiye Nezareti'nin sağ tarafında kırmızı boyalı bir binadır. Bu bina iki kattan ibarettir. Alt katı, Haliç'e doğru evkaf bir bahçeye nâzırdır. Fakat yalnız bir tarafından aydınlık alır. İç taraflarında karanlık, ratıb, loş ve penceresiz koğuşlar vardır. Bu koğuşlarda evvelce merkez kumandanlığı emrine merbut efrad oturuyordu. Binanın üst katı oldukça havadar ve ziyadar geniş koğuşlardan mürekkeptir. Bu katta merkez kumandanlığı dairesiyle kumandanlığa merbut zabitan daireleri ve zabitan yatakhaneleri bulunurdu.

İşte bu bina 31 Mart irtica hadisesinin bastırılmasını müteakip tevkifhane ittihaz edilmiş ve o günden itibaren bu bina Türkiye'nin siyasi hayatında maruf bir mahal olmuştur. O zamandan itibaren Bekir Ağa Bölüğü her türlü siyasi cürümlere bir ma'kes olmuştur. 31 Mart vakasında mürteciler, Hamid devrinin paşaları ve yobazlar  burada tevkif edildiği gibi, Mahmut Şevket Paşa vakasında âmil olanlar da buraya tıkılmışlardı. Sonra tarih döndü dolaştı, mütareke esnasında İttihatçılar da burasını ziyaret ettiler. Bu suretle Bekir Ağa Bölüğü her devrin en mühim siyasi ricallerini duvarları arasında gizleyen bir mahpus oldu. Ben buraya getirildiğim zaman irtica henüz bastırılmış, Hareket Ordusu mürtecileri tevkife başlamıştı. Bütün koğuşlar dolduktan maada camii bile mevkuflarla dolmuştu. Sabahtan akşama kadar yüzlerce mevkuf getiriliyor, içeri atılıyordu. Tevkif edilenler arasında Hamid'in kurenasından Cevher Ağa, Nadir Ağa, Kabasakal Mehmed Paşa, Derviş Vahdeti, Miralay Ramazan Bey, Bahriye Nâzırı Hüseyin Hüsnü Paşa'nın oğulları Cemal ve Kemal Efendiler, Miralay Mustafa Sadık, Bediüzzaman Said-i Kürdi, merkez kumandan sâbıkı Saadettin Paşa, Serasker Ali Rıza Paşa vesaire vardı. Koğuşlarda rütbeye, mevkiye bakılmıyordu. Yüz kişi alan bir koğuşa iki yüz kişi koyuyorduk. Yatak getirenler kendi yataklarında, getirmeyenler yerlerde yatıyordu. Koridorlar bile hınca hınç dolmuştu. Yalnız Kabasakal Mehmed Paşa ile Said-i Kürdi bir odada, Cevher Ağa ile Derviş Vahdeti ayrı odalarda bulunuyorlardı.


Bu tevkifat altı ay devam etti. Tevkif edilenlerden altmış iki kişi idam edildi. Divan-ı harpler her gün toplanıyor, müteaddid idam hükümleri veriyorlardı. Bir taraftan da divan-ı harplere merbut tahkik heyetleri tetkikata devam ediyor, her gün yeni  tevkifat yapıyorlardı.

İşte tam bu gürültülü, bu tehlikeli zamanda Bekir Ağa Bölüğü'nün muhafazasına memur olan Necati Bey beni çağırdı.
- Hasan, dedi, maiyetine lazım olduğu kadar nefer veriyorum. Bekir Ağa Bölüğü'ndeki mevkufların hayatlarından sen mesulsün. Kaçırırsan evvela sen asılırsın. Vazifeni  hüsn-i ifa edersen mükafat görürüsün. Maiyetindeki efrad yetişmezse sana istediğin kadar adam veririm.

Bu emri verirken Necati Bey o kadar sert ve soğuktu ki, karşısında titrememek mümkün değildi. Bekir Ağa Bölüğü'ne geldiğim gün henüz tevkifat bitmemişti. Tevkifhanenin içerisi görülecek bir manzara idi. İnsanlar mahşere gittikleri zaman dünyada yaptıklarının hesabını verecektirler. Bu mahşere toplanan insanlar da bize yirmi beş seneden fazla süren saltanat ve debdebe devrinin hesabını vermeğe gelmişlerdi. Senelerce bizi soyup, paramızla debdebe ve haşmet içinde yaşamağa alışmış paşalar, burada bile yüksekten atıyor, iğfal ederek irticaya teşvik ettikleri isimsiz kimselerin yanında oturup yatmağa tahammül edemiyor, onları hapishanede bile hizmetçi gibi kullanmağa çalışıyorlardı. Bunlar ya köşede oturup sigara kahve içerek ismetlerini tahfife yelteniyor, yahut da asabi asabi koridorlarda dolaşıyorlardı. Koğuşlardan birbirine gidip gelme yasak değildi. Mevkuflar kendi aralarında serbestçe konuşabilirlerdi. Onun için muhtelif koğuşlara dağılmış olan aynı cins insanlar birbirlerini bularak ayrı gruplar teşkil ediyorlardı. 

O vaktin irtica cereyanına kapılarak tevkif edilen isimsizler arasında kendilerini bu yeni hayata çabuk ısındıranlar çoktu. Bunlar yemeklerini kendileri pişiriyor, kendi yataklarını kendileri yapıyor, bazen de koğuştaki zenginlerin işlerini görerek birkaç para koparmanın yolunu buluyorlardı. Fakat Bekir Ağa Bölüğü'nün içinde derin, karanlık, korkunç bir matem havası vardı. Kimse yarının ne olacağını bilmiyor, ani ve seri ölüm herkesi korkutuyordu. Onun için, birisini aramak üzere içeri girdiğimiz zaman hemen her tarafta ses kesilir, Azrail gelmiş gibi herkes pür-halecan ağzımızdan çıkacak ismi anlamağa çalışırdı. Bizim içeride insan aramamız hiç de hayır için değildi. Gündüzse bir mevkufu divan-ı harbe götürmek, gece ise idam etmek için arıyoruz demekti. Fakat bazen içeride o kadar çok gürültü oluyordu ki, aradığımız adamı bulmak için tellal çağırır gibi bağırmağa ve saatlerce koğuşlar içinde dolaşmağa mecbur olurduk.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder