Hayatında
mahşeri görmek isteyenler 31 Mart irtica hadisesini müteakip Bekir Ağa
Bölüğü'nü görmeliydiler. Hareket Ordusu İstanbul'a girerek her tarafı hükmü
tahtına almış, günlerden beri İstanbul'u kana bulayan, münevver ve
mütefekkirleri evlere sığınmaya mecbur eden irtica bastırılmış, taraf taraf
divan-ı harpler kurulmuş, mürteciler tevkif edilip Bekir Ağa Bölüğü'ne
gönderilmeye başlamıştı. Bekir Ağa Bölüğü o vakit mahşerden bir numune idi. Adi
yobazlardan zamanın ricaline kadar üç bin kişi Bekir Ağa Bölüğü'nde istilaya
uğramış bir memleketin muhacirleri gibi bütün koğuşları, koridorları, izbe
katları doldurmuştu. Büyüğe küçüğe, rütbeye mevkiye bakılmıyor; getirilen içeri
atılıyordu. O vakit Hareket Ordusu irticayı bir an evvel bastırarak vaziyete
hakim olmak için üç divan-ı harp teşkil etmiş, bilahere başkumandan Enver Paşa,
o vakit Enver Bey, merkez kumandanı olmuştu. Divan-ı harpler geceli gündüzlü
ictima ediyor, İstanbul'un dört köşesine dağılan mürteciler taraf taraf tevkif
edilerek Bekir Ağa Bölüğü'ne getiriliyorlardı. Bunların içinde Hamid'in
kurenası, nâzırları, hafiyeleri, elebaşı yobazlar, adi mürteciler ve irticaya
alet olan binlerce insan vardı. Ben o vakit Bekir Ağa Bölüğü'ne muhafız-ı kanun
tayin edilmiştim. Yanıma birkaç tane nefer verilmiş, Bekir Ağa Bölüğü'nün
muhafazası bize tevdi edilmişti. Mahpuslarla ben temas ediyor, onları ziyarete
gelenleri ben idare ediyor, geceleri idama gidecekleri ben götürüyordum.
Hayatımızın mühim bir kısmı memleketin siyasi hayatında mühim roller oynamış bu
siyasi mücrimler arasında geçti. Onların bodrum katında nasıl dövüldüklerini,
senelerce memleketi idare edenlerden bazı rezillerin idam sehpası önünde nasıl
bu millete ettikleri zulmün hesabını verdiklerini, divan-ı harpte nasıl
muhakeme edildiklerini gördüm. Otuz senelik bir mazinin hesabı hep gözlerimin
önünde verildi. Orada gördüklerimi kârilerime naklederken şimdiye kadar efkâr-ı
umumiyeye meçhul kalmış birçok sırları ifşa etmeye çalışacağım. Bu sırları
bilenler birkaç kişidir. Onlar şimdiye kadar bildiklerini efkâr-ı umumiyeye
bildirmemişlerdir. Halbuki Türk'ün siyasi tarihinde Bekir Ağa Bölüğü
mühim bir mevki işgal edecektir.
Burada cereyan eden vakayi' bilhassa yeni yetişen nesil için
ibret sahneleriyle doludur. Tarihe vesika vermek hem inkılap ruhiyle yetişen
yeni nesle, mazinin siyasi hayatındaki çirkin ve iğrenç faciaları teşhir ederek
onlarda demokrasi fikir ve zihniyetinin kuvvet bulmasına yardım etmek
itibariyle Bekir Ağa Bölüğü'nde gördüklerimin bilinmesi faydadan hali
olmayacaktır.
Bu küçük mukaddimeden sonra hikayemize başlayabiliriz. Bekir
Ağa Bölüğü namıyla maruf olan yer sâbık
Harbiye Nezareti'nin sağ tarafında kırmızı boyalı bir binadır. Bu bina iki
kattan ibarettir. Alt katı, Haliç'e doğru evkaf bir bahçeye nâzırdır. Fakat
yalnız bir tarafından aydınlık alır. İç taraflarında karanlık, ratıb, loş ve
penceresiz koğuşlar vardır. Bu koğuşlarda evvelce merkez kumandanlığı emrine
merbut efrad oturuyordu. Binanın üst katı oldukça havadar ve ziyadar geniş
koğuşlardan mürekkeptir. Bu katta merkez kumandanlığı dairesiyle kumandanlığa
merbut zabitan daireleri ve zabitan yatakhaneleri bulunurdu.
İşte bu bina 31 Mart irtica hadisesinin bastırılmasını
müteakip tevkifhane ittihaz edilmiş ve o günden itibaren bu bina Türkiye'nin
siyasi hayatında maruf bir mahal olmuştur. O zamandan itibaren Bekir Ağa Bölüğü
her türlü siyasi cürümlere bir ma'kes olmuştur. 31 Mart vakasında mürteciler,
Hamid devrinin paşaları ve yobazlar
burada tevkif edildiği gibi, Mahmut Şevket Paşa vakasında âmil olanlar
da buraya tıkılmışlardı. Sonra tarih döndü dolaştı, mütareke esnasında
İttihatçılar da burasını ziyaret ettiler. Bu suretle Bekir Ağa Bölüğü her
devrin en mühim siyasi ricallerini duvarları arasında gizleyen bir mahpus oldu.
Ben buraya getirildiğim zaman irtica henüz bastırılmış, Hareket Ordusu
mürtecileri tevkife başlamıştı. Bütün koğuşlar dolduktan maada camii bile
mevkuflarla dolmuştu. Sabahtan akşama kadar yüzlerce mevkuf getiriliyor, içeri
atılıyordu. Tevkif edilenler arasında Hamid'in kurenasından Cevher Ağa, Nadir
Ağa, Kabasakal Mehmed Paşa, Derviş Vahdeti, Miralay Ramazan Bey, Bahriye Nâzırı
Hüseyin Hüsnü Paşa'nın oğulları Cemal ve Kemal Efendiler, Miralay Mustafa
Sadık, Bediüzzaman Said-i Kürdi, merkez kumandan sâbıkı Saadettin Paşa,
Serasker Ali Rıza Paşa vesaire vardı. Koğuşlarda rütbeye, mevkiye bakılmıyordu.
Yüz kişi alan bir koğuşa iki yüz kişi koyuyorduk. Yatak getirenler kendi
yataklarında, getirmeyenler yerlerde yatıyordu. Koridorlar bile hınca hınç
dolmuştu. Yalnız Kabasakal Mehmed Paşa ile Said-i Kürdi bir odada, Cevher Ağa
ile Derviş Vahdeti ayrı odalarda bulunuyorlardı.
Bu tevkifat altı ay devam etti. Tevkif edilenlerden altmış
iki kişi idam edildi. Divan-ı harpler her gün toplanıyor, müteaddid idam
hükümleri veriyorlardı. Bir taraftan da divan-ı harplere merbut tahkik
heyetleri tetkikata devam ediyor, her gün yeni
tevkifat yapıyorlardı.
İşte tam bu gürültülü, bu tehlikeli zamanda Bekir Ağa
Bölüğü'nün muhafazasına memur olan Necati Bey beni çağırdı.
- Hasan, dedi, maiyetine lazım olduğu kadar nefer veriyorum.
Bekir Ağa Bölüğü'ndeki mevkufların hayatlarından sen mesulsün. Kaçırırsan
evvela sen asılırsın. Vazifeni hüsn-i
ifa edersen mükafat görürüsün. Maiyetindeki efrad yetişmezse sana istediğin
kadar adam veririm.
Bu emri
verirken Necati Bey o kadar sert ve soğuktu ki, karşısında titrememek mümkün
değildi. Bekir Ağa Bölüğü'ne geldiğim gün henüz tevkifat bitmemişti.
Tevkifhanenin içerisi görülecek bir manzara idi. İnsanlar mahşere gittikleri
zaman dünyada yaptıklarının hesabını verecektirler. Bu mahşere toplanan
insanlar da bize yirmi beş seneden fazla süren saltanat ve debdebe devrinin
hesabını vermeğe gelmişlerdi. Senelerce bizi soyup, paramızla debdebe ve haşmet
içinde yaşamağa alışmış paşalar, burada bile yüksekten atıyor, iğfal ederek
irticaya teşvik ettikleri isimsiz kimselerin yanında oturup yatmağa tahammül
edemiyor, onları hapishanede bile hizmetçi gibi kullanmağa çalışıyorlardı.
Bunlar ya köşede oturup sigara kahve içerek ismetlerini tahfife yelteniyor,
yahut da asabi asabi koridorlarda dolaşıyorlardı. Koğuşlardan birbirine gidip
gelme yasak değildi. Mevkuflar kendi aralarında serbestçe konuşabilirlerdi.
Onun için muhtelif koğuşlara dağılmış olan aynı cins insanlar birbirlerini
bularak ayrı gruplar teşkil ediyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder