Bu dizileri izlemeyenimiz hemen hemen yok gibidir, lakin eseri okumakla uyarlanan dizileri izlemenin aynı tadı verip vermediği tartışılır.
Her neyse efendim.. Belki bu türden paylaşımlarla bir nebze de olsa bu tür eserlere ilgi çekebilir, yeniden okumalara başlayabiliriz. Hele de ilk baskılarından.. Zira bu tat hiçbir şeyde yok..
"...
Hatice Hanım yavaş sesle dualar fısıldayarak merdivene doğru yürüdü. Ben şimdiye kadar hiçbir şeyden korktuğumu bilmiyorum. Fakat bu dakikada bu karanlık odada yalnız kalmak bana manasız bir ürkeklik veriyordu. İhtiyar kadının arkasından koştum:
- Ben de geleyim mi? dedim.
- Gel kızım. Daha iyi olur. Gelir gelmez dua edersen daha makbule geçer.
Mektebin arka kapısından mezarlığa girdik, taşların içinden yürümeğe başladık. Bazı bayram arefelerinde teyzelerim beni Eyüp'te, büyükannemin mezarına götürürlerdi. Fakat ölümün ne korkunç ve hazin şey olduğunu ilk defa ben bu karanlık Zeyniler kabristanında duydum. Taşlar benim gördüğüm mezar taşlarından büsbütün başka şekilde idi: Dizi dizi asker safları gibi muntazam, yüksek, dimdik, tepeleri düz, bedenleri simsiyah taşlar.. Yazıları okunmuyordu. Yalnız başlarında birer büyük "Yâ Rab" kelimesi seçiliyordu.
(1966 yılı Çalıkuşu dizisi, Zeyniler Kabristanı'na bakış)
Küçüklüğümde bir masal dinlemiştim. Bilmem hangi küçük sultanı almak için uzak bir dağın arkasından bir eski zaman ordusu geliyormuş. Askerler gündüzün mağaralarda saklanıyorlar, geceleri yol yürüyorlarmış. Karanlıkta kendilerini göstermemek için tekmil vücutlarını siyah kefenlere sarıyorlarmış. Tam maksada varacakları gece Allah, küçük sultana acımış, karanlıkta sinsi sinsi ilerleyen bu siyah kefenli gece ordusunu taş etmiş.
Bu sıra sıra dizilmiş siyah taşlara bakarken o eski masalı hatırladım. Sakın burası o korkunç ölüm askerlerinin taşa tahvil ettiği masal memleketi olmasın, diye düşündüm."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder